19 Mayıs 2020 Salı

Osmanlı’yı Yeniden Okumak Gerekiyor


Osmanlı tarihinin yeniden okunmasına ve öğrenilmesine ihtiyaç var. Tarihi övünme vesilesi olarak kullanmak yerine yapılan yanlışlardan ders alma vesilesi ve buna göre bugünkü toplum ve devlet yönetimini, birey hayatını düzenleme aracı olarak kullanmak gerekiyor. Bunun için her bir padişahın hayatını ayrı ayrı ele alıp incelemek, devlet adamlarının şahsiyetlerine ve uygulamalarına bakmak gerekiyor. Avrupa devletlerinin bir araya gelerek Osmanlıyı nasıl yıktıkları kadar Osmanlının iç düzeninde yıkılışa sebep olan hastalıkların teşhis edilmesi gerekiyor. Buna göre hastalıkların bugünkü görüntülerine ulaşma ve bunları ortadan kaldırmanın yollarını bulmak için çaba harcamak en akılcı hareket olacaktır.

 

Osmanlı Avrupa’daki gelişmelere uzak kaldı. İlk elçi 1720’de Fransa’ya gönderilen 28.Çelebi Mehmet Efendi geçici bir ziyaret yaptı. Oysa Avrupa çok erken dönemlerde Osmanlı’ya sürekli ve kalıcı elçiler göndermiştir. Bu elçiler aracılığıyla Osmanlı’daki gelişmelerden, sistemin işleyişinden haberdar idiler. Osmanlı gücünün verdiği azamet duygusu ile kendini küçük dağları ben yarattım havası içinde herkesi küçümserken dünyadaki gelişmeleri adeta es geçti.

 

Osmanlı Avrupa’ya lütuf mahiyetinde ticari ayrıcalıklar, kapitülasyonlar vermiş. Bu gün de güya hükümet virüsle mücadele adı altında pek çok ülkeye yardım gönderiyor. Aynı kafa yapısı fazla değişmemiş gibi görünüyor. Hala menfaatlerine göre hareket etme, aklını duygularının önüne geçirme alışkanlığı kazanamamış bir devlet yönetim anlayışımız var. Güya kişisel ilişkilerden yararlanarak menfaat temin edilebileceği zannediliyor. Oysa gelişmiş Avrupa ülkelerinde kurumsal bir devlet yönetim kültürü ve geleneği var. Bu nedenle şahsi ilişkilerden çok ülkenin sistematik ve kalıcı menfaatlerine önem veriyorlar. Kişisel ilişkiler ne olursa olsun konu devlet olunca tavırlarını net bir şekilde ortaya koyabiliyorlar.

 

Rızkın onda dokuzu ticarettedir diyen bir peygamberin ümmeti olduğunu söyleyen Osmanlı ülkesindeki ticareti Yahudi, Rum, Ermeni ve diğer azınlıklara teslim ediyor. Bu nasıl bir anlayış anlamak mümkün değil. Ülkesindeki insanlarının ekonomik, sosyal, kültürel ihtiyaçlarını dünyanın gittiği yöne göre yeniden yeniye çizmek yerine saltanatın zevk ve sefa kollarında uyuşmuş bir zihinle güya devlet yönettiklerini zannetmişler yıllarca.

 

İngiltere daha 1580’lerde Osmanlı ülkesi içinde ticari faaliyetler yürütmesi için şirketler kuruyor ve bu şirketlerin faaliyetlerine izin verilmesi için elçileri aracılığı ile padişahtan ahidnameler alınıyor. Bunun gereği olarak İstanbul ve diğer şehirlerde faaliyette bulunan tüccarların ticari faaliyetleri oralarda bulunan konsoloslar aracılığı ile takip edilerek ihtiyaç duyulan desteği her zaman sağlıyorlar. Zaman zaman yapılan konsolos değişiklikleri sonrasında da yeni görevliler için yeni onaylar, izinler alınıyor. Yani sadece başkentte bir elçi bulunması ile yetinilmiyor, farklı şehirlerde de konsoloslar bulunduruluyor. Elçiler ve konsoloslar edindikleri bilgileri, karşılaştıkları olayları İngiltere’ye rapor olarak gönderiyorlar. Bu dönemlerde Osmanlı’nın Avrupa ülkelerine tüccarlarının ticaret faaliyet yapmasını bırakın devletin elçisi ve konsolosluk görevlisi gibi bir sistemi, düzeni mevcut değil. Avrupa’daki ülkelerde ne olup bitiyor merak edip de bakma gibi bir ihtiyaç duyulmuyor.

 

Başkentteki elçi kendisine ulaşan bilgilerden harekete sadrazam veya padişah ile görüşerek yaşanan sorunun çözümüne yönelik yeni emirler, ahidnameler alarak vatandaşlarının sorunlarını çözüyor. Bu süreçte sadrazam veya padişahın İngiliz elçisinin istekleri ile ilgili olarak bizim vatandaşlarımız, tüccarlarımız neden aynı şekilde Avrupa’ya gidip faaliyette bulunmuyor, bu İngiliz tüccarlar ülkemizde ne yapıyor diye hiç mi merak edip de düşünmüyorlar sorusu insanın aklına geliyor. Devletin başındaki yöneticiler kendi ülkesinin menfaatine, vatandaşının yararına ne tür faaliyetler yapılması gerekir gibi bir endişe taşımadıklarını gösteriyor. Aksi takdirde yöneticiler İngilizlere verdikleri ayrıcalıkların benzerini mütekabiliyet/karşılıklılık ilkesi gereği İngiliz devletinden istemeleri gerekirdi. Oysa bir zamanlar İslamiyet’in uzak doğuya, Endonezya’ya veya Filipinler gibi yerlere Müslüman tüccarlar aracılığı ile ulaştığı pek çok tarihi kaynakta yazıldığı biliniyor. Buna rağmen ilayı kelimetullah davası güttüğü iddia edilen Osmanlı’nın da benzer şekilde ilk Müslüman tüccarlar gibi davranmaları gerekirdi. İlayı Kelimetullah kavramı bu çerçevede her zaman göz önünde bulundurulan temel bir ilke olduğu iddiasının destekten yoksun olduğunun göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bazı tarihçiler Osmanlı’nın fetih hareketinin temelinde ekonomik ve stratejik saiklerin bulunduğunu söylemesi çok da yanlış bir değerlendirme değil gibi görünüyor.

 

Elçiler kendi ülke vatandaşlarının ticari faaliyette bulunduğu yerlerde gidip geldikleri yol üzerinde bulunan kadılara, serdarlara, ayanlara ve diğer devlet görevlilerine yönelik başkentten, saraydan talimatlar, ahidnameler ve emirler gönderilmesini sağlıyor. Bu emirlerle İngiliz görevlilerinin, vatandaşlarının gezip dolaştıkları yerlerde, tehlikeli ve emin olmayan yerlerde canlarının, mallarının ve davarlarının korunması, desteklenmesi istendiği, bu amaçla İzmir ve çevre vilayetlerdeki devlet yetkililerinin gereken önlemleri almalarının sağlandığı görülüyor.

 

Bu ve benzeri belgeler ve olaylar İngiliz devlet sistemi içindeki birliği, bütünlüğü, sistematikliğin düzenini gösterirken aynı şekilde Osmanlı devletindeki düzensizliği, sistemsizliği ve keyfiliğin de bir başka yönüyle göstergesi oluyor. Umarım bu millet tarihine duyguları ile değil aklı ile yaklaşmayı bir an önce öğrenir.



                             Muhalifbakış
                                                                               izmirmuhammedali@gmail.com



17 Mayıs 2020 Pazar

İktidar Hırsı Topluma Zarar Veriyor


Memlekete hizmet edecek yerde boşta kalan insan gücünün değerlendirilmesine önem vermek gerekiyor. Devleti yönetenler toplumun insan gücünü çok iyi değerlendirmesi gerekiyor. İnsan gücü toplumun en önemli potansiyel kaynaklarından birisidir. Nüfus, milli güç unsurlarından birisi olarak sayılır. İnsan gücü toplum içinde doğru bir şekilde yönlendirilmez ise atıl hale gelir. Bu nedenle nüfus tek başına önemli olmamakla birlikte etkin yönlendirildiğinde devasa bir güç kaynağına dönüşebilir. Milli güç unsurları topluma yön verme gücüne sahip olan devlet veya kamu gücü tarafından kullanılabilir. Devlet veya kamu gücüne rağmen bir işe girişebilmek otorite çatışmasına neden olur. Bu nedenle devlet ve kamu gücünü elinde tutan yönetim ekibinin başındaki karar vericileri bu konuda bir şeyler yapması gerekir. Bugün toplumda siyasi iktidarın yöneticileri bu makamda bulunuyorlar. Siyasi iktidar devlet aygıtını kullanma gücünü seçimlerle elde etmiş bulunuyor. Siyasi sistemimiz bu şekilde işliyor. Siyasi iktidarın uygulamaları milli güç unsurlarının kullanım şekline de yön veriyor.

Siyasi iktidar uzun yıllardır seçimlerde elde ettiği başarılar nedeniyle ülke yönetiminde önemli bir güce erişmiş durumda. Siyasi iktidarın bu güce erişmesinde pek çok faktör var. Halkın oyları ile gücünü korumaya devam eden iktidara hala önemli oranda destek var. Bu desteğin temel dayanağı parti lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın sahip olduğu kişisel karizma gibi görünüyor. Bu kişisel karizmaya karşı muhalif bir hareket şu an için görünmüyor. Erdoğan da bu karizmanın sağladığı gücü sonuna kadar kullanıyor.

Siyasi iktidar Erdoğan’ın liderliğinde devlete ve topluma yön veriyor. Siyasi iktidara destek olan farklı toplumsal gruplar var. Her grubun destek olma gerekçesi farklı farklı. İktidar da kendisini destekleyen gruplara karşı bir takım menfaatler, kaynaklar, imkanlar sunuyor. Böylece karşılıklı olarak bir uzlaşma oluşuyor. Uzlaşmanın tarafları her alanda farklı kişi ve gruplardan oluşuyor. Eğitim sektöründe sendika, sağlık sektöründe cemaatler, ekonomik alanda sermaye sahipleri, siyasal alanda iktidara yakın olmaktan menfaat elde edenler olmak üzere pek çok farklı düşünce grupları söz konusu. Aslında iktidarın devam etmesinden yarar elde eden herkes iktidarın arkasında durmaya devam ediyor. Bir kısım toplum kesimleri de gelecek olanın belirsizliği karşısında bocalamaya devam ediyor. Muhalif tarafta bulunan siyasal rakipler de inandırıcı ve güvenilir bir alternatif sunamadıkları için iktidar konumunu korumaya devam ediyor. Kısa vadede değişecek gibi de görünmüyor.

Siyasal iktidar kendisine destek olanlara istediklerini vermeye devam ettiği sürece bu desteğin devamını sağlayabilir. Bu karşılıklı menfaat paylaşımı sonucunda devlet ve toplumun güç unsurları menfaat sahiplerine hizmet eder hale gelmiş bulunuyor.

Siyasi iktidar özellikle kamuya ait tüm alanlarda kendine yakın olanlara mevki ve makamları bol bol dağıtırken genel olarak toplumun veya kurumsal işleyişin etkin işlemesini öncelemiyor. Talep edenlere kamu makamlarını dağıtırken toplumsal hizmet unsuru yerine destek olan grupların memnuniyetini önceliyor. Memnuniyetin devamı adına toplumsal hizmet alanlarında genel işleyişin verimsiz işlemesine göz yumuyor. Halen pek çok kamu sektöründe pek çok çalışan atıl bir durumda tutuluyor. Çalışanlara işlerinin gereğini yapmalarına fırsat vermek yerine boş bir şekilde havuzda, kızakta vb. yerlerde iş yapmaksızın oturmalarına göz yumuluyor. Bürokraside yapılan atamalarla ilgili verilmiş olan mahkeme kararlarını uygulamak yerine vekaleten veya geçici görevlendirme gibi yollar kullanılarak istenen kişiler ilgili makam ve mevkilerde tutulmaya devam ediliyor.

Bu kapsamda eğitim sektörü en başta geliyor. Milli eğitim bakanlığı bir dönem okul müdürlüklerine aldığı merkezi kararlarla istediği kişileri atadı. Mevcut yöneticilerin tümü görevden alınarak yerlerine yeni yöneticiler atandı. Bu yöneticiler hukuki yollara başvurarak yapılan işlemleri iptal ettirdi. Buna rağmen bu kişiler görevlendirilmedi. Şube müdürlüğü atamalarında usulsüz sınav uygulamaları ile yapılan atamalar yine hukuki yönden iptal edilmesine rağmen hayata geçirilmedi. Merkez ve taşra teşkilatı yöneticileri havuza alındı. Uzman olarak görevlendirildi. Uzmanlık kadrolarındaki bu kişilere hiçbir görev verilmediği için bu kişiler halen evlerinde oturmaya, hiçbir görev ifa etmeksizin özlük haklarını almaya devam ediyorlar. Denetim sistemi ile sürekli ve sistemsiz bir şekilde oynayan bakanlık halen pek çok denetim elemanını işlevsiz bir şekilde tutmaya devam ediyor. Bunun yerine sübjektif kriterlerle seçtiği küçük bir azınlığı denetim faaliyetlerinde etkisiz bir şekilde kullanmaya devam ediyor. Bu ve benzeri uygulamalar ülkedeki insan gücü israfının sadece küçük bir bölümü. Bu israfın bilmeden yapıldığını söylemek dahi ülkedeki mevcut sistemsizliğin ve başıboşluğun bir göstergesidir.

Yeni yönetim sistemi kurulurken yönetim sorunlarının daha hızlı ve etkin çözüleceği vaat ediliyordu. Oysa gelinen noktada devletin ve kamu gücünün kullanım şeklinde farklı bir işleyişin olmadığı görülüyor. Geçmişe göre yaşanan sorunlar yeni sistemin gelmesi sonucu ortadan kalkmış görünmüyor. Sorunlar halen aynı şekilde yaşanmaya devam ediyor. Etkin bir denetim sistemi, yönetim sistemi, kamu gücünün kullanımına dayalı ekonomik, sosyal ve siyasal sorunların hiç biri sona ermiş görünmüyor. Bürokrasideki atıl insan gücü yine aynı şekilde devam ediyor. Tersine kabul edilmese de siyasal, hukuki, yönetsel her alanda tek bir kişiye bağlı bir yapı oluşmuş durumda. Toplumun hemen her kademesinde ve kesiminde yönetimdeki kişiyle veya onu temsil eden güç merkezleri ile çatışmak veya onları eleştirmek yerine onlardan gibi görünmeyi tercih eden bir yapılanma oluşmuş durumda. Bu durum yönetim sisteminin kuruluş biçiminden ziyade yönetim erkinin kullanım anlayışından kaynaklanan sorunların olduğunu gösteriyor.

Yönetim erki toplumda hak ve adalet ölçülerine uygun olarak kullanılmalıdır. Toplumdaki belli menfaat gruplarına hizmet etmek yerine toplumun tümüne hizmet etme anlayışı benimsenerek güç kullanılmalı. Toplumda birlik, beraberlik ve dayanışmayı güçlendirecek bir işleyiş kurulmalı. Toplumda herkes adil bir güç kullanımının olduğu inancına sahip olabilmeli. Bu inancı güçlendirecek uygulamalar, düzenlemeler, işleyişler kurulup geliştirilmeli. Bunun için herkese açık bir bürokratik yükselme sistemi kurulmalı. Her görüşün temsil edildiği, objektif ve şeffaf seçme sistemleri kurulmalı. Siyasi iktidarı destekleme değil topluma hizmet etme, görevini en iyi yapmayı teşvik eden bir yönetim sistemi kurulmalı. Sorunların gizlenmesi veya görmezden gelinmesi yerine sorunları ve çözümlerini bulacak etkin işleyen denetim sistemleri kurulmalı. Etkin denetim sistemi ile haksız ve yanlış işlerin peşine anında düşülmeli ve gereken yaptırımlar da adil ve kurallara dayalı olarak ve kimsenin dış müdahalesi olmaksızın yerine getirilmeli. Bunlar yapılırken de topluma, kamuya, basına açık şeffaf bir işleyiş kurulmalı.



                             Muhalifbakış
                                                                               izmirmuhammedali@gmail.com

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...