8 Mayıs 2019 Çarşamba

Türkiyelileşme Sürecinde Seçimler ve Siyasetçiler


Cumhurbaşkanı seçimler öncesi MHP ile kurduğu ittifakı topluma anlatırken cumhur ittifakı, karşısında oluşan Millet İttifakı isimli yapıyı da zillet ittifakı diye niteleyerek meydanlarda sürekli topa tuttu. CHP’nin HDP ile girdiği işbirliğinde HDP’yi terörle işbirliği yapan parti diye nitelendirerek onu PKK ile bir araya getirirken işbirliğine gittiği CHP’yi de bu yönden vurmaya çalıştı. HDP geçmişte birçok defa PKK ile her yönden birlikte hareket ettiğini her zaman kabul etmişti. Aslında PKK ile HDP’nin uzun vadede aynı amaçlar doğrultusunda mücadele ettiği bir gerçek. Bu durum HDP’yi toplumun büyük çoğunluğu gözünde terörle işbirliği yapan parti olarak kabul edilmesinin çok da yanlış olmadığını gösteriyor. Öte yandan devletin izni doğrultusunda kurulmuş bir parti olarak HDP aynı zamanda devletin belirlediği kurallara göre hareket edeceğini de taahhüt etmiş oluyor. Bu taahhüt bu partinin gayri meşru ilişkilerini engellemiyor. Bu partiyi destekleyenlerin tümünün parti yönetimindeki kişilerle tamamen aynı anlayışta olduklarını söylemek de çok doğru olmayabilir. Böyle olsa bile beş-altı milyon oy alan bir partiyi tamamen gayrimeşru ilan edebilmek çok doğru bir yaklaşım da değil. Bu hem devlet açısından doğru bir yaklaşım olmaz, hem de toplumsal barışın sağlanmasına katkı sağlamaz.

Cumhurbaşkanı siyasi alanda toplumda büyük bir çoğunluğu etrafında toplamış durumda. Bu nedenle girdiği tüm seçimlerde her zaman birinci parti olan AK PARTİ/AKP karşısında diğer partiler yeterli başarıyı gösteremiyorlar. Yeni hükümet sistemi ile birlikte yüzde elli artı bir çoğunluk sistemine ulaşma zorunluluğu partilerin tek başına iktidara gelmelerini veya iktidarda istediklerini yapabilmeyi engelliyor. Bu durum partilerin diğer partilerle işbirliğini yapmalarını zorunlu kılıyor. AK PARTİ/AKP bu ittifakı MHP ile kurduğu Cumhur İttifakı aracılığı ile temin etmiş oldu. Cumhur İttifakına karşı CHP de İyi Parti ile Millet İttifakını kurarak denge oluşturmaya çalıştı. Oluşan bu iki ittifak tüm siyasi kesimleri bir araya toplayabilmiş değil. Saadet Partisi ve HDP bu ittifakların ikisine de tam olarak girmiş değil. HDP’nin ülkedeki algısı herhangi bir ittifakın içinde doğrudan bulunmasına engel oluyor. Bu nedenle açık bir ortaklık olmamakla birlikte perde arkasında yapılan görüşmelerle veya siyasal grupların mevcut durumları dikkate alınarak ne yapılırsa kime fayda veya zarar verir hesabı yapılarak geliştirilen stratejiler sonucunda gayri resmi ittifaklara dahil oluyorlar. HDP’nin açıkça Cumhur İttifakına dahil olabilmesi mümkün değil. CHP ve İyi Parti de HDP ile işbirliği yaptıklarını açıkça ilan edemiyorlar. HDP de açık bir şekilde Millet İttifakına dahil olduğunu ilan edemiyor. Bu durumda HDP kendince geliştirdiği politikalar aracılığıyla Millet İttifakına katkı yapacak şekilde davranıyor. HDP bu şekilde davranmayıp kendince ayrı bir grup olarak faaliyette bulunsa bu durumdan en büyük yarar sağlayacak olan Cumhur İttifakıdır. HDP Cumhur İttifakına dolaylı da olsa katkı, fayda sağlamama adına parti yönetimi olarak Millet İttifakına katkı sağlayacak politikalar uyguluyor. Bunu illa Millet İttifakındakilerle bir araya gelerek yapmak zorunda değiller. Sonuçta hepsi siyaset yaptıkları çevrelerdeki siyasal yapıyı çok iyi analiz etmek zorundalar.

HDP’nin bu süreçte toplum içinde var olan kendisi hakkındaki algının değişmesi için çaba göstermesi gerekiyor. Zaman zaman HDP’nin Türkiyelileşmesi gerekir diye yapılan değerlendirmeler bu yönde bir çağrı olarak görülmesi gerekir. HDP’nin Türkiyelileşmesi çok kolay bir iş değil. Türkiyelileşmek kendini bu topraklar içinde yaşayan insanların sorunlarına yönelik faaliyetler yapmakla mümkün. Oysa partinin kurulduğu günden bu yana temel hedefi ülke içinde yaşayan Kürtlere yönelik politikalar geliştirmek oldu. Kürtlere yönelik politikalar geliştirilirken de Kürt hareketi diye nitelenen hareketin içinde yer alan diğer gruplarla da işbirliği yapmak zorunda kaldı. Kürt hareketi uzun süre ülkemizde ayrılıkçı endişelerle ele alındı. Aslında hala bu endişelerden kurtulabilinmiş değil. Kürt Hareketi geçmişten bu güne çok farklı aşamalardan geçerek bu günlere geldi. Kürt hareketi büyük oranda da devleti yönetenlerin yaptığı yanlışlıkların sonucunda siyasallaştı. Geçmişte yok sayılan Kürtlük zamanla varlık-yokluk mücadelesine girerek önce varlığını kabul ettirdikten sonra zamanla Kürt Milliyetçiliğine dönüştü. HDP bu gün bir bakıma Kürt Milliyetçiliğini temsil eden en büyük parti konumunda dense yeridir. Kürtlüğün varlık-yokluk mücadelesinde PKK, Abdullah ÖCALAN ve diğer kişi ve kurumlar Kürt toplumunun gözünde önemli bir yere sahipler. Bu kişi ve kurumlar Kürtlerin varlık-yokluk mücadelesinde HDP gibi devletin izin verdiği siyasal araçları da kullanmayı kendi amaçları için uygun gördüler. Bir bakıma Kürtlük bilincinin gelişmesi sürecinde HDP bir araç konumundadır.

Kürt kimliğinin varlık-yokluk mücadelesinde sonuç verici en önemli yöntem PKK aracılığı ile ortaya konulan ve devletin terör faaliyeti, Kürt kimliğine sahip olanların ise silahlı mücadele olarak nitelediği çatışma siyaseti olmuştur. Terör veya silahlı mücadele geçmişte yok sayılan Kürt kimliğinin devlet tarafından tanınmasında önemli bir araç olmuştur. Bu aracı geliştirmiş olan PKK yurt içi ve yurt dışı desteği ile hala önemli bir aktör konumunda. Kürt kimliğine sahip olan toplum kesimleri isteyerek veya istemeyerek de olsa bu yöntem sayesinde ciddiye alındıklarını gördükleri için büyük oranda PKK ile de bir gönül bağı içinde bulunuyorlar. Doğrudan PKK savunuculuğu yapılabilmesi kanunlar yönünden suç olması yanında hedef konumuna da gelineceğinden pek de mümkün görünmüyor. Bunun yerine yasal alt yapısı olan kurumsal yapıları destekleyerek bu harekete bağlılıklarını göstermeye devam ediyorlar. HDP bu süreçte bir araçlık işlevi görüyor. Bu nedenle Kürt toplumunun davranışını yönlendiren temel saikleri dikkate almadan doğru sonuçlara ulaşabilmek de mümkün değil.

Türkiye’de Kürt toplumunu yönlendiren temel saikler konusunda kesin nitelemeler yapmak zor. Kürt toplumu denilen insanlar ülkenin her tarafına yayılmış durumda. Nüfus artış hızı ve göç olgusu dikkate alındığında ülkenin her tarafında varlıklarını sürdüren bu insanların tümü için ortak bir anlayıştan, ortak bir hedeften söz edebilmek mümkün değil. İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Mersin, Adana, Antalya gibi büyük şehirlerde önemli Kürt nüfusu yaşıyor. Bu insanlar yaşadıkları yerlerde iş sahibi olarak hayatlarını sürdürüyorlar. Öte yandan doğu ve güneydoğu bölgelerinde de gerek nüfus olarak gerek göç eden diğer şehirlerdeki akrabaları ile ilişkileri devam eden bir toplumsal yapıya sahipler. Siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel pek çok boyutlu ilişki ve etkileşim ülkenin tümünde dinamik bir şekilde devam ediyor. Bu toplumsal grupların tümü için uzun vadede Kürtlerin kendilerine ait bir devletinin olması hoş bir hülya olarak kabul edildiğini söylemek yanlış olmaz. Hemen tüm Kürt kimliğine sahip kişiler açısından hülya olarak görülen bu düşünce PKK örgütü tarafından her zaman canlı tutulmaya çalışılıyor. HDP de bu hülyanın gerçekleştirilmesinde üzerine düşen işleri yapmaya çalışıyor. Ancak bunu açık bir şekilde ifade etmiyor. Bazı radikal çıkışlarla bunları dile getiren üyeleri olsa da yasal olarak suç işleme endişesi yanında toplumsal tepkinin şiddetinden çekinildiği için şu an için güçlü bir şekilde dile getirilemiyor. Buna karşın PKK örgütü her yerde bu düşünceyi gerçekleştirmek için elinden geleni yapmaya devam ediyor. PKK örgütünün hedeflerinden vazgeçmesini beklemek boşuna bir çabadır. Buna karşın devlet yönetiminde bulunanların geçmişte yapılan hatalardan ders alıp toplumsal birlik ve beraberliği, bütünlüğü sağlayacak politikalar geliştirmesi gerekiyor. Tarihi süreç içinde imparatorluk geçmişinden gelen Türkiye’de önce yabancı azınlıklar sonra Müslüman azınlıklar kendi siyasal devlet yapılarını kurarak ayrıldılar. Kürt kimliği bu süreçte yeterli bilince ulaşamadığı için aynı tarihi süreci yaşayamadılar. Kürt kimliğinin de benzer süreçten geçerek kendi devletini kurmasının bir son olmayacağını da dikkate almak gerekiyor. İmparatorluk sürecinden çıkıp gittikçe küçülen Türkiye için olduğu kadar kendi devlet yapılarını kuran diğer toplumlar için de bağımsızlık güçlü bir siyasal yapı getirmek yerine güçlü dünya devletlerinin piyonu durumuna düşmeyi getirdi. Bu durum Kürtler için de farklı bir sonuç doğurmayacağı açık. Buna rağmen kendi devletine sahip olma düşüncesi insanların hayallerini süslemekten uzaklaşmıyor.

Burada kritik konumda bulunan Türkiye devletini yönetenlerdir. Türkiye’yi yönetenler ülke içinde toplumsal birlik beraberliğe katkı yapacak söylemler, politikalar ve uygulamalar hayata geçirmesi gerekiyor. Bu yönüyle bakıldığında Cumhurbaşkanı başta olmak üzere tüm siyasiler ötekileştirici, şeytanlaştırıcı, düşmanlaştırıcı dil kullanmaktan kaçınmaları gerekiyor. Bunun yerine toplumda hangi kimlikten olursa olsun tüm kesimlerce kabul edilip desteklenen söylem ve politikalar geliştirilmesi gerekiyor. Ülke içinde mevcut olan uygulamaları benimsetecek bir anlayışın güçlendirilmesi gerekiyor. Bunun için de HDP’nin gerçek anlamda Türkiyelileşmesine katkı sağlayacak fırsatlar, imkanlar oluşturulması için çaba gösterilmesi gerekiyor. HDP içinde ne olursa olsun hiçbir zaman ideallerinden, hayallerinden vaz geçmeyecek anlayışlar, kişiler mutlaka olacaktır. Tüm çabalara rağmen PKK etkisinden çıkamayacak kişi ve gruplar da yok olmayacaktır. Ancak doğru şeyler yapıldığı takdirde büyük çoğunluk ayrılıkçı düşünceleri desteklemek yerine birleştirici düşünceleri destekler hale gelecektir. Doğru şeylerin yapılması için siyasilere büyük iş düşüyor. Bu seçim süreci bu yönüyle önemli fırsatlar taşıyordu.

Muhalifbakış
           izmirmuhammedali@gmail.com



1 Mayıs 2019 Çarşamba

Sendika-Arka Bahçe Söylemi ve Türkiye İttifakı Üzerine

Cumhurbaşkanı konuşmasında biz hiçbir sendikayı kendimizin arka bahçesi olarak görmüyoruz demiş. Bu doğru mu? Söylenenler kadar yapılanlara da bakmak gerekiyor. Memur Sen konfederasyonunun her yıl yaptığı genel kurullara cumhurbaşkanı katılıp konuşmalar yapıyor. En son 2019 yılı içinde yapılan genel kurulda konuşma yaparak CHP’li belediyelerde sendika değiştirenlere yönelik çağrıda bulunup baskılara boyun eğilmemesini, devletin tüm gücüyle arkalarında olduğunu söyledi. Cumhurbaşkanı devletin en üst yöneticisi olarak bir sendika genel kurulunda böyle bir konuşma yapmasının doğruluk veya yanlışlığı bir tarafa nasıl algılandığı konusu üzerinde durmak gerekiyor. Cumhurbaşkanı Memur Sen genel kurulunda sendika üyelerine yönelik yaptığı konuşmada onlara güvence ve destek vaadinde bulunmuş durumdadır. Sadece bu konuşma bile Cumhurbaşkanının baştaki söylemleri ile çelişmektedir.
Memur Sen Konfederasyonunun bir alt birimi olan Eğitim Bir Sen sendikasının Milli Eğitim Bakanlığındaki gücüne bakıldığında bir başka gerçeklikle karşılaşılmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığının yönetim kademelerinin belirlenmesinde baş aktörlerden birisi Eğitim Bir Sen sendikasıdır. Bu sendika okullardaki yönetici atamalarında, bakanlığın yönetim makamlarının belirlenmesinde, bakanlığın politikalarının belirlenmesinde oldukça etkili bir konumdadır.
Bunun doğruluğuna dair bir sağlama yapılmak istenirse Eğitim Bir Sen sendikasının kuruluş ve gelişme sürecine bakılabilir. 1994’lü yıllarda kurulan Eğitim Bir Sen sendikası uzun süre marjinal bir grup olarak kalmıştır. 2002 yılında AK PARTİ/AKP’nin iktidara gelmesi sonrası sendikanın üye sayısı hızla artmış ve en sonunda eğitim sektöründe en fazla üye sahibi konumuna gelerek yetkili sendika statüsünü kazanmıştır.
Bu gün mevcut yöneticiler arasında sendikal dağılıma bakıldığında hükümetin desteğindeki Eğitim Bir Sen sendikasının üyelerinin bariz bir üstünlüğü görülmektedir. Bu bilgiler açık bir şekilde paylaşılmamaktadır. Paylaşılmadığı için de net bir bilgiye ulaşmak mümkün olmayabilir. Ancak yapılan anket ve araştırmalarda, görüşmelerde Eğitim Bir Sen sendika üyelerinin oranının yüzde doksanlara yakın olduğu ortaya çıkmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığının merkez ve taşra teşkilatı yönetim kademelerinde görev yapanların büyük çoğunluğu bu sendika üyesidir. Çalışanlara yönelik işlerinin olması isteniyorsa bu sendikaya üyelik şartı getirildiğine dair pek çok haber ve yorumla karşılaşmak şaşırtıcı olmamaktadır. Yönetici atama işlerinde siyasi parti il/ilçe başkanı, vali/kaymakam gibi bürokrat ve sendikanın il/ilçe yöneticileri işbirliği içinde çalıştıkları adeta sağır sultan tarafından dahi duyulmuştur.
17-25 Aralık sürecinden sonra hükümet ile cemaat arasında yaşanan mücadelede cemaatin Aktif Sen isimli sendikayı kurması sonrası bu sendika üyelerinin büyük çoğunluğu Eğitim Bir Sen sendikasından istifa etmişlerdir. Bu süreçte üyeleri arasında büyük kayıplar yaşamaya başlayan Eğitim Bir Sen sendikası Aktif Eğitim Sen’e cephe almıştır. Hükümet ile Cemaat arasında yaşanan mücadelede Eğitim Bir Sen ile Hükümet ortak düşman olarak gördükleri FETÖ grubuna karşı ittifak kurmuşlardır. Sonuçta hükümet FETÖ grubunu saf dışı ederken ortaya çıkan boşluk Eğitim Bir Sen tarafından doldurulmuştur. Bu yaşananlar Memur Sen/Eğitim Bir Sen ile hükümet arasında bir işbirliğinin olmadığı iddiasını güçlendirmekten çok önemli bir işbirliğinin varlığının göstergesidir.
Tüm bunlardan sonra hiçbir sendika bizim arka bahçemiz değildir söylemi hiç de inandırıcı değildir. Söylemlerle yapılanlar birbirini tutmadığı sürece de Türkiye İttifakının olabilmesi zor görünmektedir.
Gerçek anlamda bir Türkiye İttifakı kurulacaksa siyasal iktidarın öncelikle bu görüntüden kurtulması gerekiyor. Söylem olarak sendikalar arasındaki rekabette taraf olmak istemiyoruz dense de uygulamada bu söylemin gereği yapılmamaktadır. Uygulamada gerçekten taraf olunmayacak deniliyorsa gereği yapılmalıdır. Bunun için öncelikle yönetici atama sisteminde tartışmalı konulara çözüm getirilmelidir. Mülakat veya her tür diğer sınav komisyonları oluşturulurken tüm sendikalardan temsilciler seçilmesi zorunluluğu getirilebilir. Tüm sendikaların temsilcilerinden oluşan bir komisyon tarafından yapılan sınavlarda dış müdahale, perde arkası oyunlar oynanması mümkün olmaz. Atanan kişilerin sendikal dağılımları arasında makul bir denge oluşturulur. Bu denge toplum içinde de ehliyet ve liyakatin öncelendiği düşüncesini yaygınlaştırır. Ehliyet ve liyakat adalet düşüncesini güçlendirir. Adalet düşüncesi gelişen bir toplumda ise ittifak yapmak da kolaylaşır.

Muhalifbakış
                                                       izmirmuhammedali@gmail.com

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...