Milli Eğitim Bakanlığında denetim
sistemi ile ilgili yaşananlar çok fazla kişiyi ilgilendirmediği için fazla
gündeme gelmiyor. Denetim sistemi eğitim sisteminin içinde önemli bir alt dal
olmasına rağmen gerektiği öneme uygun bir şekilde muamele görmüyor.
Denetim kavramı genel olarak
insanların zihninde negatif bir anlama sahiptir. Denetim faaliyetinden
çekinmeyen kimse yok gibidir. Bu durum denetim faaliyetinde var olan yapılan
işin niteliğine dair bir değer biçme faaliyetinin bulunmasından kaynaklanır.
Hele bizdeki gibi katı merkeziyetçi ve hiyerarşik yapının olduğu ortamlarda bu
durum bir kat daha fazla strese, baskıya neden olur. Zira bizde yerleşmişi olan
iş yapma kültüründe iş birliğinden çok güç gösterisi anlayışı hakimdir.
Yaptığınız işin niteliğini diğer kişilerin katılımı sonunda daha nitelikli hale
getirme gibi bir anlayış yerine yapılan işi sorgulama, değer biçme ve ardından
da bunu kişinin yetkinliğine hamletme alışkanlığı var olduğu için toplumumuzda
denetim davranışından amirane bir tutum anlaşılır. Bu nedenle denetleyen kişi
amirdir, yetkindir gibi algılanır.
Denetime yüklenen bu negatif anlama
rağmen çağdaş dünyada var olan her örgüt için denetim vazgeçilmez bir yönetim
işlevi olarak kabul edilir ve her zaman en etkin şekilde kullanılmaya
çalışılır. Bu kadar önemli bir yönetim fonksiyonunun ülkemizdeki geçirdiği
aşamalara bakıldığında bu alanda tam bir curcunanın yaşandığı görülür.
Ülkemizde denetimle ilgili şura toplantıları dahi yapılmıştır. Şura
toplantıları gerçi ülkemizde her zaman siyasi iktidarın yapmak istediği
değişikliklere kılıf oluşturma aracı olarak kullanılmaktadır. Milli eğitim
bakanlığı da işine geleni işine geldiği gibi alır ve yine istediği gibi hayata
geçirir. Yani anlayacağınız yapılan şuraların da çok bir anlamı yoktur. Buna rağmen yapılan şura toplantılarında en azından
konu ile ilgili fikir sahipleri kişiler bir araya gelir, konuşur, tavsiyelerde
bulunur. İşte bu göstermelik şuralarda alınan kararlarda denetim işlevinin
önemli olduğu, denetim elemanlarının yetiştirilmesinin önemi üzerinde bir sürü
şeyler söylendi, konuşuldu, yazıldı ve sonunda milli eğitime tavsiyelerde bulunuldu.
Sonuç geldiğimiz aşamada tam bir fiyasko denebilir.
Özellikle AK PARTİ/AKP iktidarının
döneminde yapılanlara bakılınca insanın ümitsizliği daha da büyüyor. Öyle ya
Cumhuriyet tarihinin hemen hiçbir döneminde böylesi güçlü bir siyasi iktidarın
desteğinde eğitim sisteminin yönetimi kimseye nasip olmadı. Bu dönemde
geçmişten bu güne kadar gelen pek çok ayak bağı niteliğindeki anti demokratik
kurumsal perde arkası yapılar yok edildi veya çok güçsüzleştirildi. Yer altına
indi. Buna rağmen eğitime dair geçmişten bu güne yaşanan sorunlar çözülebilmiş
değil. Tersine artarak devam ediyor. Bu sorunlu alanlardan birisi de işte
yukarıdan beri üzerinde durmaya çalıştığım denetim sistemi.
Geçmişte hemen her alanda var olan
sorunlara dair konuşmalar yapılırken sorunların çözülememesinin nedeni olarak
genelde siyasi istikrarsızlık üzerinde durulurdu. Oysa 2002 tarihinden bu yana
Türkiye’de siyasi istikrar adına hemen her şey var denebilir. Belki ilk
zamanlarda yaşanan iktidar olunsa dahi muktedir olunamadı, kapatma davası, e
muhtıra ve diğer yaşananlar bir mazeret olarak kabul edilebilir. Ancak
özellikle 2010 sonrası için bir mazeret ortaya koyabilmek çok zor. Son
dönemlerde FETÖ/PDY söyleniyor ancak buna rağmen bu yapıyı tek sorumlu olarak
görmek yeterince gerçekçi değil. FETÖ/PDY alttan alta iktidarın yerini almak
için mücadele etmiş olabilir ancak bugün de hala siyasi yönetim kadrolarında
bulunanlar geçmişte de oradaydılar. Onların zihninde var olan projelerin hayata
geçirilmesini FETÖ/PDY engelledi denemez. Zihinde böyle bir projenin olmayınca
engellenen, hayata geçirilemeyen bir plan da söz konusu değildi. Yaşananlara ve
yapılanlara bakılınca siyasi istikrarın da gerekli ve yeterli bir şart olmadığı
anlaşılıyor. Çok daha derinlerde sorunlarımız var. Bu kök sorunlara inmemiz
gerekiyor.
2013 yılı FETÖ/PDY ile mücadelenin
başladığı dönemden sonra dahi yapılanlara bakıldığında bir sistemin olmadığı
görülür. Konumuz denetim olduğu için denetim sisteminde yapılanlar üzerinde
odaklanmak daha doğru olacaktır.
Mevcut iktidarın ilk yıllarında
Hüseyin ÇELİK milli eğitim bakanı olunca en fazla denetim sisteminin
çalışanları olan müfettişlerle uğraştı. Bu dönemde denetimin tamamen
kaldırılacağı, müfettişliğin lağvedileceği konuşuluyordu. Buna rağmen sistem
kör topal devam etti. Sistemle sürekli oynandığı için sağlıklı bir işleyiş alt
yapısına kavuşamadı. Bu dönemde müfettişlere 28 şubat döneminin tetikçileri
gibi bakılıyordu.
Nimet ÇUBUKÇU dönemi denetime dair
silik bir dönemdi denebilir. Etliye sütlüye karışmadan günü kurtarma endişesi
ile hareket edildi.
Ömer DİNÇER’in yönetim bilimcilik
alt yapısını görenler acaba bir şeyler olur mu düşüncesiyle heyecanlanmadı
değil. Ancak ne yazık ki Ömer DİNÇER yönetim bilimcilik alt yapısını Milli
Eğitim Bakanlığını alt üst etmekte kullandı. Onun dönemi adeta bakanlıkta
kasırga gibi geçti. Bakanlığın genel gidişatında yaşanan alt üst oluşun benzeri
denetim sisteminde de görüldü. Bir yönüyle sendikaların da etkisi ile denetim
sistemi yeni bir yapıya kavuşturuldu. Kendi içinde pek çok çarpık işleyiş ve
düzenlemeye rağmen bütünlüğü olan bir yapı oluşturulmuş gibi göründü. Ancak oluşturulan
yapının teslim edildiği liyakatsiz eller işi karma karışık etmeyi başardı. Bu
dönemde denetim sisteminin başına getirilen kişi olan Atıf ALA denetim sistemi
için tam bir fiyasko denebilir.
Atıf ALA’nın geçmişine kısaca
bakılırsa ağabeyi Efkan ALA’nın etkisinin büyük olduğu görülür. Yıllarca
birleştirilmiş sınıflı köy öğretmenliği yapan Atıf ALA ağabeyinin yıldızının
parlaması sonrası bir anda şube müdürlüğüne, oradan da 2007 yılında
müfettişliğe hızla yükseldi. Gelinen son noktada üç-beş yıl içinde köy
öğretmenliğinden bakanlığın denetim sisteminin başına paraşütle getirildi. O dönemlerde
bakanlığın ilgili web sayfasındaki öz geçmişinde FETÖ/PDY’nin en etkin
kurumlarından olan Fatih Üniversitesinde Yüksek Lisans yaptığını iftiharla afişe
ederken 15 Temmuz sonrası bu ibareyi hemen kaldırdı. Tanıyanların ve aynı
ortamda bulunanların anlattıklarından kaba-saba, ağzı bozuk, ifade becerisi
yeterince gelişmemiş, karşısındaki kişiyi azarlayan, saygı göstermek yerine
aşağılayıcı konuşmalar ve tavırlarla adeta bozmaya çalışan birisi olarak
tanınan böyle bir kişinin denetim sisteminin başına geçmesi sonrası yaşananlar
da geçmişten farklı olmadı.
Ömer DİNÇER’in bakanlığı döneminde
iki başlı denetim sistemi vardı. Bakanlık müfettişliği ve illerde görev yapan
eğitim müfettişliği/ilköğretim müfettişliği şeklinde var olan yapıda denetim,
inceleme, soruşturma işlerinin % 90’dan fazlası illerde yapılırken bakanlık
müfettişlerinin ancak %5-6 civarında bir iş yükünü aldığı görülünce bu iki
yapının tek çatı altına alınması gerektiğine karar verildi ve bu düzenleme
yapıldı. Bu düzenlemenin yasal yönden ortaya çıkardığı yapı, bakanlığın hemen
her kademesine nüfuz eden Eğitim Bir Sen Sendikasının ve diğer bürokratik
yapıların çabasıyla ve müdahalesiyle yine kuşa çevrildi. Tek çatı altında ancak
işlevsiz, etkisiz, güçsüz denetim sistemi Atıf ALA’nın kişisel saltanat sürdüğü
bir yapıya dönüştü. İlerleyen süreçte ortaya çıkan çarpık yapı bakanlığın elini
ayağını bağlamaya, işleyişte bakanlık merkez teşkilatının işlerinin önemli
ölçüde zorlaşmasına yol açtı. Tüm müfettişler illere dağıtılınca bakanlık
merkez teşkilatının elinde kullanacağı bir müfettiş kadrosu kalmadı. Merkezdeki
bürokratik yapı adeta vurucu tim rolünde kullanabileceği bir araçtan yoksun
kaldığını anlayınca işin içinden çıkmanın yollarını aramaya başladı. Merkeze
adeta Atıf ALA’nın prensleri konumunda bir grup müfettiş kadrosu oluşturulmaya
çalışıldı. Bu çarpık yapının ortaya çıkardığı sorunları gören bakanlık daha
kesin bir çözüme gitmeye karar verince 2016 aralık ayında bu kez 2014 öncesi
dönemdeki yapıya dönmeye karar verdi. Yani anlayacağınız 2014’te ortaya çıkan
yapı ancak iki yıl kullanılabildi. 2016 Aralık ayında ortaya çıkan yeni yapı
aslında 2014 öncesinden daha kötü bir hale dönüştü. Bakanlık yeni yapılanma ile
denetim, rehberlik, inceleme, soruşturma ve ön inceleme gibi işlevlerin tümünü
merkeze topladı. Güya bundan sonra Türkiye’nin 81 ilindeki bakanlığa bağlı
resmi veya özel tüm kurum ve kuruluşlar, okullar, kurslar, milli eğitim
müdürlükleri, özel ve resmi tüm eğitim faaliyetlerine ilişkin denetim,
rehberlik, inceleme ve soruşturma görevleri bakanlık merkez teşkilatına
bağlanan Teftiş Kurulu Başkanlığı aracılığı ile yürütülecekti. Üstelik de bu iş
etkin, verimli ve sağlıklı bir şekilde yerine getirilecekti. Tüm bu işleri
yapan kadro sayısı 750 kişi idi. 750 kişilik denetim-müfettiş kadrosu ile
bakanlığın tüm denetim işleri yerine getirilecekti. Böyle bir şeyin
olabileceğini söyleyebilmek için insanın meslek hayatının, eğitim vizyonunun
ancak bir köy sınırlarından ibaret olması gerekir ki Atıf ALA’nın alt yapısı da
tam buna uyuyor. Bu 750 kişilik kadronun da ancak 450 kişisi müfettiş. Kalan
200 kişi aday veya müfettiş yardımcısı kadrosunda olacağı kararlaştırıldı. 450
kişilik kadronun seçimi de ancak Türkiye’de olabilir denebilecek bir şekilde
yapıldı. 10-25 yıl müfettişlik tecrübesi olan mevcut müfettişler arasında
yapılan mülakatta beşer dakikalık görüşmeler sonucunda ihtiyaç duyulan 450 kişi
seçildi. Seçilen bu kişiler bakanlık müfettişliği özlük hakları ile merkeze
alındı. Şimdi kendileri için kararlaştırılan görevleri en liyakatli şekilde
yapıyorlar.
İllerde kalan 2000 civarındaki
müfettişler yapılan düzenlemelere göre güya sadece rehberlik ve araştırma
yapacağı söyleniyor. Mevcut müfettişlerin 81 ildeki dağılımına bakıldığında
batı illerinde müfettiş kadroları % 50 civarında dolu durumda iken doğu ve
güneydoğu illeri ile kısmen kırsal denebilecek diğer küçük illerde ise müfettiş
kadrosu hemen hemen tamamen boş. Pek çok ilde milli eğitim müdürlükleri
bünyesinde müfettiş yok. Buralarda işlerin kimler tarafından yapıldığını bilen
yok.
2016 Aralık ayında denetim
sistemine dair bu düzenlemelerin yapıldığı dönemde meclis komisyon
görüşmelerinde yaşananlar da ayrı bir garabet. Bu komisyon görüşme tutanakları
meclis web sayfasında yayınlanıyor. Merak eden ayrıntılı bir şekilde
inceleyebilir. Ancak özetlemek gerekirse Müsteşar Yusuf TEKİN ve Atıf ALA
yasamada görev alan komisyon üyelerini tam anlamıyla aldatmışlardır. Koskoca
bakanlığın en üst yetkililerinin böyle bir aldatmaca içinde olduğunu düşünmek
çok garip görünebilir ancak yaşananları başka şekilde tanımlayabilmek mümkün görünmüyor.
Ülkemizdeki yasama sisteminin
işleyişini yakından takip edenler yasamanın gerçek anlamda üzerine düşen görevi
gerektiği gibi yapamadığını bilirler. Yasama ne yazık ki yürütmenin güdümünde
bir yapıya dönüşmüş durumdadır. Yürütmeyi temsil eden partinin milletvekilleri
yapılacak yasal düzenlemelere ilişkin çalışmaları yürütürken alana gerçek
anlamda hakim olarak bu işlere katılmamaktadır. Meclis çatısı altındaki
milletvekilleri ne yazık ki gerçek anlamda milletin temsilinden çok ait
oldukları parti grubunun disiplinine uyarak hareket etmek zorunda kalmaktadır.
Bu durum herhangi bir bakanlığın çalışma alanına ilişkin düzenleme yapılırken
ilgili bakanın söylediklerini dikkate almalarını zorunlu hale getirmektedir.
İlgili bakan da kendisine en yakın bürokratlarının söylediklerine bakıyor. İşte
Milli Eğitim Bakanlığında 2016 Aralık ayında yapılan denetime dair yasal
düzenlemeler Müsteşar Yusuf TEKİN ile Teftiş Kurulu Başkanı Atıf ALA’nın
söylediklerine göre yapılmıştır. Onlar da yukarıda söylediğim gibi komisyon
üyelerine yanlış ve eksik bilgi vermişlerdir.
Söylediklerine göre illerde kalan
müfettişler inceleme, soruşturma, denetim yapmayacaklardı, onlar sadece
rehberlik ve araştırma yapacaklardı. Bakanlık merkezinde görevlendirilen
400-500 kişinin de denetim, soruşturma ve inceleme işlerini yapacaklardı, bu
sayının da mevcut iş yükünü kaldırabilecek seviyede olduğu şeklinde idi. Oysa
halen şu an itibariyle illerde yaşananlara bakıldığında illerdeki müfettişler
yine inceleme, soruşturma ve ön inceleme işlemlerinin büyük bir çoğunluğunu
yapmaya devam ediyorlar. Denetim, rehberlik araştırma adına ise son bir yıldır
bakanlık görev alanına giren kurumların hemen hiç birinde hiçbir çalışma
yapılmıyor. Bakanlık bürokratlarının böyle bir aldatmaca içine girmelerinin
nedeni ne olabilir diye düşününce elbette açık ve net bir cevap verebilmek
mümkün görünmüyor. Ancak bazı yorumlar yapılabiliyor. Buna göre; bakanlık
mevcut müfettişlerin tümünü istihdam etmek istemiyordu. Düzenleme öncesi
birleştirilen yapıda görev yapan müfettişler arasında özlük hakları itibariyle
bir eşitlik yoktu. Tek çatı altında birleştirilen müfettişler arasında özlük
hakları itibariyle ayrımcılık yapılıyordu. Bakanlık tüm müfettişlere aynı
hakları vermek yerine uydurulan garip bir mülakat sistemi ile istediği kişileri
seçti. Bunlara daha iyi özlük hakları sunarken illerde kalan diğer müfettişler
arasındaki çarpık yapıyı olduğu gibi bıraktı. İllerde kalanlar inceleme, soruşturma
yapmayacaklar, rehberlik ve araştırma yapacaklar aldatmacası ile meclis
komisyonunda günü kurtardıktan sonra eski tas eski hamam misali özlük hakları
vermeksizin illerde kalan müfettişlere aynı görevleri yüklemeye devam ediyorlar.
Merkeze çekilen ayrıcalıklı gruba da işlerine gelen görevleri vermeye
başladılar. Aslında geçmişte kaybedilen vurucu güç tekrar bakanlığın eline
geçmiş oldu. Bakanlık bu güç sayesinde ilerleyen süreçte sistem içinde gücünü
yeniden kazanmaya çalışıyor.
Bu süreçte istenmeyen müfettişler
devre dışı bırakılacak ve belirli bir süre sonra yeniden bir denetim elemanı
seçme işlemi başlayacak. Bu kez seçme işlemini mevcut sistemin başındakiler
yapacaklar. Aslında yapılan şey geçmişten bu yana sistemin içinde olan mevcut
müfettişleri saf dışı edip kendine göre yepyeni bir kadro kurma çalışmasıdır.
Oluşturulan yeni sistemin ne kadar sağlıklı ve
verimli olacağına dair şimdiden bir şey söylemek zor denebilir. Ancak sistemin
kuruluş aşamasında dile getirilen hususlarla uygulamadaki hususlara
bakıldığında sistemin söylendiği gibi verimli ve etkin işlemesinin mümkün
olmadığı bir kehanet değildir. Ağustos 2017 yılında yapılan yasal düzenlemenin
ayrıntısına yönelik hazırlanan denetim sistemine ilişkin mevzuat düzenlemesine
bakıldığında Teftiş Kurulu Başkanlığına verilen görevlerin söylendiği gibi 500
kişiyle yapılabilmesi mümkün değildir. Bu aşamada yapılacak olan seçme usulü
istenen alanlar üstünkörü bir şekilde merkezden yürütülebilecek, gündeme gelen
olaylara ilişkin merkezden soruşturmacı sıfatıyla müfettiş gönderilecek, mevcut
eğitim kurumları 5-10 yıllık arayla random usulü seçilerek denetleniyor gibi
yapılacak denebilir. İşin büyük çoğunluğu olan illerdeki inceleme, soruşturma, ön
inceleme, araştırma veya bakanlığın belirleyeceği diğer faaliyetler ise
valilikler kanalıyla yine illerdeki müfettişlere yaptırılacaktır. Yani bu durum
müsteşar Yusuf TEKİN ile Atıf ALA’nın yapılmayacak dediği şeyin tam tersi
olacaktır. Yapılmayacak denilen bir şeyin yapılıyor olmasının sözlükteki
karşılığını burada açıkça yazmaya gerek yok.
Denetim sisteminde iki yıl önce var
olan iki başlı denetim yapısı yeniden ihdas edilmiş gibi görünüyor. Peki iki
yıl önce neden değişikli yapıldı, şimdi neden yine aynı sisteme dönüldü
sorusunun sorulması hususuna gelince ortada muhatap olmadığı için bu sorunun
sorulması da anlamını yitiriyor. 2014 yılındaki değişikliği yapanlar halen aynı
kadrolarında oturuyorlar. Aradan geçen iki yılın sonunda eskiye yeniden
dönülünce bu kişilere hesap sorulması gibi bir durum söz konusu olmayacaktır.
Ülkemizde mevcut yönetim anlayışında hesap sorma gibi bir alışkanlık, gelenek,
kültür ne yazık ki yoktur. Özellikle de iktidara yakın birisi ise böylelerine
hesap sorulması nerede ise imkansızdır.
Ülkemizde eğitim alanı başta olmak
üzere bir çok alanda var olan sorunların temelinde siyasal, sosyal, kültürel,
ekonomik ve yönetsel sorunlar çözüm bekliyor. Osmanlı döneminde de gidişin
düzeltilmesine dair hemen her dönemde layihalar, raporlar, öneriler yazılıp
ilgililere sunulurdu. Halen değişen fazla bir şey yok. Aynı tas aynı hamam.
Belki ülkenin içinde bulunduğu durum daha ne olsun denebilir. Ülkemizde son
dönemlerde meydana gelen iyileştirmelerin herkes farkında ancak bu
iyileştirmeler ne yazık ki dönemlik, kişilere bağlı, gelip geçici ve üstelik de
dibe vurmuş bir sistemin dibe vurma sonrası yukarıya doğru fiziksel bir
hamlesinden fazla bir şey değil. Belli bir yere kadar gelip tıkanıyor. Durum
ortada. İktidara mazlum olarak gelen grup bir süre sonra iktidarın nimetlerinin
büyük çoğunluğunu halkla paylaşmak yerine büyük çoğunluğunu kendi taraftarlarına
aktarırken küçük bir kısmını da halkın ağzına bir parmak bal misali sunuyor.
Belki şu söylenebilir geçmişte bu da yoktu kardeşim. Yine bu da iyidir. O da
bir bakış açısı elbette.
Muhalifbakış