Din eğitimi konusu ülkemizde en çok tartışılan konulardan birisidir.
Din eğitimi konulu tartışmalar ne yazık ki sağlıklı bir zeminde yapılamıyor.
Din eğitimi de aslında eğitim kavramının bir alt dalı. Bu nedenle din
eğitimi tartışmalarını eğitim tartışmalarından bağımsız ele almak mümkün
değildir.
Eğitim tartışmalarında nasıl bir insan modeli/nasıl bir insan tipi
sorusunun cevaplanması gerekiyor. Eğitim konusunda cevaplanması gereken bu
sorular benzer şekilde din eğitimi konusunda da ele alınması gereken
sorulardandır.
Ülkemizde din eğitimi ile ilgili mevcut duruma ilişkin bir resmin
ortaya konabilmesi için toplumsal hayatın içinde din eğitimi konusunda var olan
uygulamalara, geçmişten bu güne geliştirilmiş olan sisteme bakmak gerekiyor. Din
eğitiminin yapıldığı yerler olarak geçmişten bugüne camiler, medreseler, okullar
akla geliyor. Eğitim denilince ilk akla gelen Kur’an okuma, ezberleme, hafızlık
akla geliyor. Okumanın seviyesi namaz surelerinin öğrenilmesinden başlayıp daha
üst düzeylere kadar çıkılıyor. Kitlesel eğitim yaygın değil. Kitlesel eğitim
kızlara ve erkeklere göre farklı şekillerde yaygınlaşmış denebilir. Kızlar ve
erkeklerin ayrılması şeklinde bir eğilim var. Küçük yaşlarda kız-erkek ayrımı
tam olarak yapılmasa dahi ortaokul ve lise yıllarında ayrılma eğilimi artıyor. Üniversite
düzeyinde ayrı sınıf uygulaması kısmen kalkıyor. Tümüyle ayrılması gerektiği
taraftarı olanlar da var.
Sıradan vatandaşa yönelik eğitim çerçevesi derinlikten yoksun. Üst
düzey eğitim özgün ürünler üretmekten çok şerh yazmak şeklinden ileri gitmiyor.
Eskinin tekrarı, farklı şekilde açıklanması gibi uygulamalardan ileri gitmeyen
bir eğitim düzeni var. Çağın şartlarına uymaktan uzak. Matbaanın gelmemesi veya
eğitime geç dahil edilmesi önemli bir eksiklik. Toplumda okumaya karşı yeterli
ilgi olmamasının nedenleri üzerinde sistemli bir araştırmaya dayanan bir görüş
geliştirilebilmiş, gerekçe ortaya konabilmiş değil. Bu sorunun çözümüne yönelik
sistemli bir çabanın geliştirilememiş olması büyük bir sorun.
Medrese sistemi diğer alanlarda olduğu gibi çağını okumaktan uzak
kalmış durumda. Beşik ulemalığı geleneği ortaya çıkmış. Kurumsal bir işleyiş
düzeni kurulamamış bir durum var. Hafızlık kurumu toplumda çok fazla
yüceltilmiş durumda. Oysa bu işlevsel bir yöntem olmadığı gibi herkese uygun da
değil. Yeni bir yol, yöntem geliştirilmeli. Mehmet Akif ERSOY "Doğrudan doğruya Kur’ân’dan
alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı"anlayışı sadece şiirlerde
ve hamasi söylemlerde kalmıştır.
İslamcı diye nitelenen hemen hiç
kimse eğitim sistemi konusunda yeterince kafa yorma ihtiyacı duymamış gibi
görümüyor. Aslında buna zaman da olmadı denebilir. Çağdaş anlamda eğitim
sistemi anlayışı son dönemlerde ortaya çıkmış bir olgudur. Bununla birlikte din
eğitimi konusu ilk andan itibaren önemle ele alınması gereken konudur.
Geçmişteki toplumsal hayat bu
ihtiyacın bugünkü şekliyle anlaşılmasına imkan bırakmamış dense bu da yanlış
olmaz. Din eğitiminin gerektiği gibi gelişememesi üzerinde de daha ayrıntılı
durulması gerekiyor.
Eğitim konusu bizde yeni bir
kavram olmakla birlikte din eğitimi çok daha sonra üzerinde düşünülen bir
kavram olarak kalmıştır. Cumhuriyetle birlikte yeni toplum yaratma projesinde
din kavramı kişinin vicdani bir meselesi olarak ele alındığı söylemi ortaya
atılmış da olsa aslında din toplumun hayatından geri plana itilmeye çalışılmış
bir kavram olarak kamusal alandan dışlanmaya çalışılmıştır. Bu dışlayıcı bakış
toplumda dine bakışı yaygınlaştırma yerine sınırlamıştır. Din eğitimi din
kavramının içinde, dinin bir alt dalı olan daha sınırlı bir alandır. Uzun
yıllar boyunca dinin varlık veya yokluğu üzerinde toplumsal bir tartışma yaşanması
din eğitimine bakışın da gelişmesini engellemiştir.
2002 yılında yaşanan iktidar
değişikliği ile birlikte dindar, muhafazakar ve demokrat diye kendini niteleyen
AK PARTİ(AKP) iktidara gelince din eğitimi konusunda yeni bir dönemin
başlayacağı zannedilmekle birlikte iktidar, geçmişten beri yaşanan
tartışmalardan kendini kurtararak din eğitimine dair yeni bir soluk
geliştirmeyi başaramamıştır.
İslam tarihi boyunca klasik din
eğitimi diye nitelenen eğitim yöntem ve tekniklerinin dışına çıkma endişesi
olmaksızın kendilerince öngördükleri çözüm yollarını hayata geçirerek dindar
nesil yetiştirme söylemine sarılmayı, bu söylemi iktidar gücünü elinde tutmanın
bir aracı olarak kullanmayı tercih etmişlerdir. Bu nedenle yirmi yılı aşan bu
iktidar tecrübesi ne yazık ki din eğitimi konusunda kaçırılmış büyük bir fırsat
olarak kalmış gibi görünmektedir.
Buna rağmen iktidarın bakış
açısından bağımsız bir din eğitimi çerçevesinin çizilmesine yönelik çabalara
büyük ihtiyaç bulunmaktadır. İktidarın dindar nesil söyleminden bağımsız doğru
bir din eğitimi çerçevesinin oluşturulmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bunun için
dinin temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’den hareket edilmesi, Mehmet Akif ERSOY’un
söylemiş olduğu asrın idrakine uygun bir din eğitimi söylemi geliştirilmesi
için çalışılması gerekiyor.
Bu amaçla klasik eğitim
yöntemlerinin mutlaka eleştiriye tabi tutulması gerekmektedir. İktidar
tarafından yüceltilen hafızlık eğitim yönteminin dinle çok da ilgisinin
olmadığını söylemek bugün toplumda büyük cesaret istemektedir. Oysa bu
eleştirel değerlendirme yapılmaksızın klasik din eğitiminden kurtularak gerçek
anlamda Kur’an’a uygun bir sistemin kurulması mümkün de değildir.
Kur’an-Kerim’in dinin temel
kaynağı olduğu söylemi tüm Müslümanlar tarafından kabul edilmek zorundadır. Bu inanmanın
temelidir. Kur’an-ı Kerim’in baştan sona ezberlenmesi olarak tanımlanan
hafızlık aslında Kur’an-ı Kerim’in temel isteği değildir. Kur’an-ı Kerim’de
temel ilke anlamaktır. Kutsal kitabın pek çok ayetlerinde anlaşılması için
indirildiği toplumun diliyle indirildiği ifade edilmektedir. Hafızlık İslam’ın
en son hedefi değildir. Hafızlık eğitiminde kutsal kitaptaki tüm bölümler
belirli bir sıra dizinine göre ezberlenir. Ezberlemek hafızlığın temelidir.
Oysa kutsal kitaptaki temel ilke anlamadan ezberlemek değildir. Bu nedenle
hafızlığı bir din eğitim yöntemi olarak kabul etmek doğru olmadığı gibi bu
yöntemi idealize etmek hiç de dine uygun bir anlayış değildir.
Bu konuda en başta topluma yön göstermesi
gereken yegâne kurum Diyanet İşleri Başkanlığı olduğu halde bu kurum bu konuda
hemen hiçbir şey söylememeyi tercih etmekte, tersine bu dine uygun olmayan
yöntemin daha da kökleşip gelişmesi için çaba harcadığı görülmektedir. Bu din
eğitimi açısından büyük bir handikaptır.
Kur’an-ı Kerim kendi bağlılarına
anlama sonrasında nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda yollar
göstermektedir. Öğütler verme, uyarma, anlatma, açıklama, düşünme, akletme gibi
yönlendirmelerle her bir inanan kişinin nasıl bir insan olması gerektiği
konusunda gösterilen yolların her biri aslında din eğitiminin de çerçevesini
çizmektedir. Din eğitiminin çerçevesi çizilirken kutsal kitapta çizilen bu
çerçevenin bir yol haritası olarak takip edilmesi gerektiği halde tarih boyunca
hemen hiçbir İslam toplumunda bu konularda kafa yorma ihtiyacı duyulmamış
olması inandığını söyleyen insanlar açısından büyük bir tezat oluşturmaktadır.
Hemen her zaman camilerde
inananlara “Allah’ın ilk emri okudur”söylemi dile getirilir. Okumaya bu kadar
önem veren bir dinin bağlılarının okumaya karşı bu kadar ilgisiz kalması din
eğitimi konusunda ne kadar büyük bir eksiklik içinde bulunulduğunu da
göstermektedir. Yine din hassasiyeti olan kişiler tarafından Allah’ın kutsal
kitabında her şeyin yazıldığı iddia edilir. Kutsal kitapta insana, doğaya,
dünyaya, tarihe, ekonomi başta olmak üzere her tür toplumsal alana yönelik
açıklamaların bulunduğu söylemine karşın bu alanlarda Müslüman toplumlarının
elle tutulur bir somut sistem geliştirememiş olması da yine büyük bir
eksikliktir. Bu durum sadece din eğitimi alanında eksiklikten söz etmenin
yeterli olmadığını, aslında eğitim başta olmak üzere yönetim, ekonomi, toplum,
dünya, insan ve bilim konularında da büyük eksikliklerin bulunduğu apaçık
ortada duran bir gerçekliktir.
Dinin istediği insan tipinin doğru
bir şekilde temel kaynak olan Kur’an-Kerim’den çıkarılması gerekmektedir. Bu
çerçevede kutsal kitabın ayrıntılı bir şekilde analiz edilmesi gerekmektedir.
Bu ise anlamadan ezberlemeye dayanan hafızlık yöntemi ile yapılamaz. Hafızlık
yöntemi din eğitimi yöntemi olarak kullanılmaktan acilen çıkarılmalıdır. İmam
Hatip Liseleri sistemi kısmen din eğitimi ile ilgili bir model olarak ileri
sürülmekle birlikte bu sistemin de üzerinde yine ayrıntılı bir şekilde
değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Din eğitimi konusunda bu
tartışmalarda en büyük sorumluluk din konusunda eğitim alarak topluma yön verme
imkan ve gücü olan kişilerdedir. Din eğitimi konusunda en büyük otorite
ülkemizde ilahiyat fakülteleridir. İlahiyat fakültelerinden mezun olanlar din
eğitimi konusunda tek otorite olarak düşünülmektedir. Bu okullardan mezun olmuş
olanların büyük çoğunluğunun görev aldıkları Diyanet İşleri Başkanlığı
kendisinden beklenen toplumu aydınlatma görevini gerektiği gibi yerine
getirmekten uzaktır. Diyanet İşleri Başkanlığı bürokratik bir yapıya dönüşmüştür.
Bu bürokratik yapı siyasal iktidarın güdümünde olmaktan çıkması gerekmektedir.
Doğru bir din anlayışının toplumda oluşabilmesi için ilahiyat mezunları başta
olmak üzere diyanet mensuplarının büyük sorumlulukları bulunmaktadır. Topluma
doğru din anlayışının anlatılmaması, tersine geleneksel ama dine uygun olmayan
yöntemlerin yüceltilmesi dini cahilliğin devam etmesine katkı sunmaktadır. Bu durum
dine de zarar vermektedir. Ancak din eğitimi sadece bu alanda eğitim alıp
yetişmiş kişilerin işi ve görevi değildir. Eğitim konusunda bilgi sahibi olan
herkesin bu konuda kafa yorması gerekmektedir.
Kur’an-ı Kerim’in tarif ettiği
insan modelinin ete kemiğe bürünmüş halinin somutlaştırılması için sadece
tarihsel kişilerden yararlanılmakta, bu ise daha çok menkıbelere dayanılarak
yapılmaya çalışılmaktadır. Bu durum doğru bir insan modeli oluşturulmasını
engellemektedir. Bu nedenle daha çok Kur’an-ı Kerim’in betimlediği
niteliklerden hareket edilmesini gerektirmektedir.
Kur’an-ı Kerim’in nitelediği insan
aslında yaşadığı dünyada hemen her şeye karşı ilgi duyan bir insandır.
Duyarlılık önemli bir niteliktir. Okuyan, inceleyen, düşünen, gezen,
sorgulayan, eleştiren, gözlemler yapan, ekonomik olarak güçlü, başkalarına hemen
her konuda yardımcı olmayı hayatının en önemli işlerinden birisi olarak gören,
övünmeyi sevmeyen, zenginliğini herkesle paylaşan, ömür boyu mücadele etmeyi
bırakmayan, kötülükle ve kötülerle sürekli mücadele eden, iyiliğin peşinde
koşan, iyilerle sürekli işbirliği, güç birliği, fikir birliği yapan, gününü,
hayatını her yönüyle planlayan, sahip olduğu hiçbir değeri israf etmeyen,
insana ve çevreye değer veren, saygı gösteren, güçlüye değil haklıya taraftar
olan, başkalarıyla en güzel şekilde tartışan, en güzel şekilde öğüt veren,
kırıcı, sert, kaba olmayan, şahitliği akrabalık ve sevdikleri üzerinden değil,
hak üzerinde yapan, söz verdiğinde sözünü tutan, sözleşmelerini yazan,
başkaları için kötü düşünceler beslemeyen, hatalarından ders alan, başkalarına
düşmanlık yapmayan, mevki veya makamı, ekonomik veya sosyal durumu ne olursa
olsun herkese saygı gösteren, başkalarına kölelik yapmayı kabul etmediği gibi
başkalarını köle yapmak için çaba da harcamayan gibi bir anda akla gelen insani
niteliklerin eğitim sisteminin içinde ne işi var diyecek bir pedagogun olması
mümkün değildir.
Din eğitiminin temelini
oluşturabilecek bu niteliklerin hemen tümü ve daha fazlası kutsal kitabın
içinde yer almaktadır. Bu niteliklerin ortaya çıkarılması en başta din eğitimi
konusunda hassasiyet taşıyanların görev ve sorumluluğunda bir iştir. Din
eğitimi üzerinde yapılacak tartışmalar diğer alanlarda da model ve sistem ihtiyaçlarına
yönelik çalışmalara katkı sağlayacaktır. Bu tartışmalar siyasal aidiyet
duygusundan tamamen kurtularak yapılmalıdır. Bu günkü siyasal iktidar din
eğitimi anlayışına büyük bir zarar vermiştir. Bu nedenle siyasal aidiyet
anlayışı ile bu alana yaklaşmak fayda yerine zarar verecektir.