29 Aralık 2024 Pazar

İslam Eğitim Felsefesini Kurmak Mümkün mü?


 

İslam tarihi boyunca çağdaş anlamda bir eğitim felsefesi kurma çabası ortaya çıkmadı. Eğitim felsefesi kavramı da aslında yeni bir kavram. Felsefe kavramı da yine İslam dininde kolayca üzerinde uzlaşılan bir kavram olmamıştır. Bundan dolayı İslam Eğitim Felsefesi kurma teşebbüsü de olmamıştır denebilir.

Eğitim kavramı da geçmişte bu günkü anlamıyla ele alınamamıştır. Çağın getirdiği yeni anlayışlara göre İslam’a yaklaşım da yine yeterince anlaşılmış bir durum değil. Çağın getirdiği yeni anlayış dinde reform olarak algılanıp geniş kitleler tarafından yaygın bir biçimde benimsenememiştir.

İslam, din olarak Arap toplumunun içinden doğup gelişmiştir. Araplardan İran’a, Türklere, Hindistan’a, Uzak doğu ve Afrika’ya oradan da Avrupa’ya ve dünyanın diğer yerlerine yayıldı. Bu yönüyle tek bir temel İslami anlayışın oluşabildiği, oluşturulabildiği söylenemez. Ümmet kavramıyla bir birlik varlığından söz edilmeye çalışılsa da bu farklı kültürlerin anlayışlarının tümüyle yok edilerek aynı potada eritilmesinin başarıldığı anlamına gelmiyor. İnanç ve ibadetle ilgili konularda genel, ortak bir temelden söz edilebilirse de bu her yönüyle bir ortaklığın varlığını göstermiyor. Her toplum kendi kültürüne göre bir gelenek oluşturmuş ve buna göre dine yaklaşmıştır.

Aynı Allah’a inanıyor olmak her konuda aynı şekilde düşünülmesini, davranılmasını getirmemiştir.

Bu durum ortak bir İslami eğitim kavramının geliştirilememiş olduğunun göstergesidir.

Aslında tarihi sürece bakılınca bunun mümkün olmadığı da anlaşılabilir. Farklı kültürlerden gelen insanların ortak bir eğitim anlayışı geliştirmeye ihtiyaç duymaması da yadırganmamalıdır. Geçmişte olmayan bir şeyin İslam için de olmaması doğaldır. Ama bugün artık bilinen kavramlara/anlayışa göre bir ortak anlayışın olmaması eksikliktir.

Bugün de tüm ümmet için tek bir İslami eğitim anlayışı üretmek mümkün olmayabilir. Zira bugün de toplumlar arası kültürel farklılıklar aynen devam ediyor. İslami yaşayış toplumsal çeşitlilikle birlikte çeşitlendiği için tek bir eğitim anlayışı oluşturmak mümkün olmayabilir. Ancak İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an tektir. Öyleyse Kur’an’a göre bir eğitim anlayışının geliştirilmesi, üretilmesi imkansız olmayabilir.

Kur’an’ın eğitim anlayışı kadar eğitim felsefesinin de üretilmesi gerekmektedir. Bunu da her Müslüman toplumun kendisi içinde yapması gerekiyor.

Kur’an’dan kaynaklanan eğitim felsefesi nasıl üretilecek sorusu üzerinde durmak gerekiyor. Kur’an nasıl bir insan tipi öngörüyor sorusu şimdiye kadar İslam toplumlarında kafa yorulmuş bir soru değil.

İslam toplumlarında Kur’an üzerine kafa yorulduğu da tam olarak söylenemez. Kur’an üzerinde kafa yormak deyince hafızlık kurumu akla gelebilir. Ancak hafızlık Kur’an üzerine kafa yormak anlamına gelmiyor. Hafızlık sistemi üzerinde yeni bakış açılarının geliştirilmesi yönünde fikir üretenler olmakla birlikte klasik eğitim yöntemi olarak hafızlık sistemi üzerinde yeni bir yöntemin geliştirildiği söylenemez. Klasik anlamda hafızlık Kur’an-ı Kerim’in belirli bir sıraya göre ezberlenmesi şeklinde olmaktadır. Kur’an’ı yüzünden okumak Arap harflerini öğrenip kitabı yüzünden okumak şeklinde yapılıyor. Kur’an’ı yüzünden okumak ve ilmihal bilgisine sahip olmak eğitimin/din eğitiminin çerçevesini oluşturuyor. İlmihal bilgisi temel fıkıh/iman ile ilgili konuların öğrenilmesi şeklinde olmaktadır. Kur’an okumayı öğrenmek diye nitelenen bir öğretim, eğitim yönetimin din eğitim diye nitelenmesi ne kadar doğru sorusu üzerinde ciddi bir şekilde düşünülmesi gerekiyor.

Anlamak üzerine herhangi bir çaba klasik hafızlık sisteminde bulunmamaktadır. Kur’an-Kerim’in anlaşılmaksızın baştan sona ezberlenmesi Kur’an’ın temel anlayışında olmayan bir yöntemdir. Kutsal kitabın içinde bir çok ayetlerde Arap toplumunun anlaması için ayetlerin Arapça olarak gönderildiği yönünde açıklamalar bulunmaktadır. Bu durum Kur’an’ın baştan sona ezberlenmesinin istenmediği, anlaşılmasının istendiğini gösterir. Bugün ülkemizde toplumda yüceltilen şekliyle hafızlık eğitiminin dinle, Kur’an’la çok fazla ilgisi bulunmamaktadır. Buna rağmen kamu ve özel bu alanda söz söyleyen gerçek ve tüzel kişilerin bu konuda tek söz söyledikleri görülmemektedir. Hafızlık, din eğitiminde etkin, doğru, işlevsel bir yöntem olabilir mi sorusunun ciddi bir şekilde sorgulanması gerekiyor.

Geçmişten bugüne gelen klasik din eğitim yöntemi diye nitelenen uygulamaların sorgulanması yapılmaksızın bir İslami eğitim felsefesinin oluşturulması mümkün değildir. Doğru bir eğitim felsefesi kurulmaksızın da çağın şartlarına uygun bir insan yetiştirme ve eğitim sisteminin kurulması da mümkün değildir.

 

 

Mehmet Ali DEMİR

Muhalifbakış

izmirmuhammedali@gmail.com

 

 

26 Aralık 2024 Perşembe

Din Eğitimi Eleştiri ve Önerileri

Din eğitimi konusu ülkemizde en çok tartışılan konulardan birisidir. Din eğitimi konulu tartışmalar ne yazık ki sağlıklı bir zeminde yapılamıyor.

Din eğitimi de aslında eğitim kavramının bir alt dalı. Bu nedenle din eğitimi tartışmalarını eğitim tartışmalarından bağımsız ele almak mümkün değildir.

Eğitim tartışmalarında nasıl bir insan modeli/nasıl bir insan tipi sorusunun cevaplanması gerekiyor. Eğitim konusunda cevaplanması gereken bu sorular benzer şekilde din eğitimi konusunda da ele alınması gereken sorulardandır.

Ülkemizde din eğitimi ile ilgili mevcut duruma ilişkin bir resmin ortaya konabilmesi için toplumsal hayatın içinde din eğitimi konusunda var olan uygulamalara, geçmişten bu güne geliştirilmiş olan sisteme bakmak gerekiyor. Din eğitiminin yapıldığı yerler olarak geçmişten bugüne camiler, medreseler, okullar akla geliyor. Eğitim denilince ilk akla gelen Kur’an okuma, ezberleme, hafızlık akla geliyor. Okumanın seviyesi namaz surelerinin öğrenilmesinden başlayıp daha üst düzeylere kadar çıkılıyor. Kitlesel eğitim yaygın değil. Kitlesel eğitim kızlara ve erkeklere göre farklı şekillerde yaygınlaşmış denebilir. Kızlar ve erkeklerin ayrılması şeklinde bir eğilim var. Küçük yaşlarda kız-erkek ayrımı tam olarak yapılmasa dahi ortaokul ve lise yıllarında ayrılma eğilimi artıyor. Üniversite düzeyinde ayrı sınıf uygulaması kısmen kalkıyor. Tümüyle ayrılması gerektiği taraftarı olanlar da var.

Sıradan vatandaşa yönelik eğitim çerçevesi derinlikten yoksun. Üst düzey eğitim özgün ürünler üretmekten çok şerh yazmak şeklinden ileri gitmiyor. Eskinin tekrarı, farklı şekilde açıklanması gibi uygulamalardan ileri gitmeyen bir eğitim düzeni var. Çağın şartlarına uymaktan uzak. Matbaanın gelmemesi veya eğitime geç dahil edilmesi önemli bir eksiklik. Toplumda okumaya karşı yeterli ilgi olmamasının nedenleri üzerinde sistemli bir araştırmaya dayanan bir görüş geliştirilebilmiş, gerekçe ortaya konabilmiş değil. Bu sorunun çözümüne yönelik sistemli bir çabanın geliştirilememiş olması büyük bir sorun.

Medrese sistemi diğer alanlarda olduğu gibi çağını okumaktan uzak kalmış durumda. Beşik ulemalığı geleneği ortaya çıkmış. Kurumsal bir işleyiş düzeni kurulamamış bir durum var. Hafızlık kurumu toplumda çok fazla yüceltilmiş durumda. Oysa bu işlevsel bir yöntem olmadığı gibi herkese uygun da değil. Yeni bir yol, yöntem geliştirilmeli. Mehmet Akif ERSOY "Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı"anlayışı sadece şiirlerde ve hamasi söylemlerde kalmıştır.

İslamcı diye nitelenen hemen hiç kimse eğitim sistemi konusunda yeterince kafa yorma ihtiyacı duymamış gibi görümüyor. Aslında buna zaman da olmadı denebilir. Çağdaş anlamda eğitim sistemi anlayışı son dönemlerde ortaya çıkmış bir olgudur. Bununla birlikte din eğitimi konusu ilk andan itibaren önemle ele alınması gereken konudur.

Geçmişteki toplumsal hayat bu ihtiyacın bugünkü şekliyle anlaşılmasına imkan bırakmamış dense bu da yanlış olmaz. Din eğitiminin gerektiği gibi gelişememesi üzerinde de daha ayrıntılı durulması gerekiyor.

Eğitim konusu bizde yeni bir kavram olmakla birlikte din eğitimi çok daha sonra üzerinde düşünülen bir kavram olarak kalmıştır. Cumhuriyetle birlikte yeni toplum yaratma projesinde din kavramı kişinin vicdani bir meselesi olarak ele alındığı söylemi ortaya atılmış da olsa aslında din toplumun hayatından geri plana itilmeye çalışılmış bir kavram olarak kamusal alandan dışlanmaya çalışılmıştır. Bu dışlayıcı bakış toplumda dine bakışı yaygınlaştırma yerine sınırlamıştır. Din eğitimi din kavramının içinde, dinin bir alt dalı olan daha sınırlı bir alandır. Uzun yıllar boyunca dinin varlık veya yokluğu üzerinde toplumsal bir tartışma yaşanması din eğitimine bakışın da gelişmesini engellemiştir.

2002 yılında yaşanan iktidar değişikliği ile birlikte dindar, muhafazakar ve demokrat diye kendini niteleyen AK PARTİ(AKP) iktidara gelince din eğitimi konusunda yeni bir dönemin başlayacağı zannedilmekle birlikte iktidar, geçmişten beri yaşanan tartışmalardan kendini kurtararak din eğitimine dair yeni bir soluk geliştirmeyi başaramamıştır.

İslam tarihi boyunca klasik din eğitimi diye nitelenen eğitim yöntem ve tekniklerinin dışına çıkma endişesi olmaksızın kendilerince öngördükleri çözüm yollarını hayata geçirerek dindar nesil yetiştirme söylemine sarılmayı, bu söylemi iktidar gücünü elinde tutmanın bir aracı olarak kullanmayı tercih etmişlerdir. Bu nedenle yirmi yılı aşan bu iktidar tecrübesi ne yazık ki din eğitimi konusunda kaçırılmış büyük bir fırsat olarak kalmış gibi görünmektedir.

Buna rağmen iktidarın bakış açısından bağımsız bir din eğitimi çerçevesinin çizilmesine yönelik çabalara büyük ihtiyaç bulunmaktadır. İktidarın dindar nesil söyleminden bağımsız doğru bir din eğitimi çerçevesinin oluşturulmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bunun için dinin temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’den hareket edilmesi, Mehmet Akif ERSOY’un söylemiş olduğu asrın idrakine uygun bir din eğitimi söylemi geliştirilmesi için çalışılması gerekiyor.

Bu amaçla klasik eğitim yöntemlerinin mutlaka eleştiriye tabi tutulması gerekmektedir. İktidar tarafından yüceltilen hafızlık eğitim yönteminin dinle çok da ilgisinin olmadığını söylemek bugün toplumda büyük cesaret istemektedir. Oysa bu eleştirel değerlendirme yapılmaksızın klasik din eğitiminden kurtularak gerçek anlamda Kur’an’a uygun bir sistemin kurulması mümkün de değildir.

Kur’an-Kerim’in dinin temel kaynağı olduğu söylemi tüm Müslümanlar tarafından kabul edilmek zorundadır. Bu inanmanın temelidir. Kur’an-ı Kerim’in baştan sona ezberlenmesi olarak tanımlanan hafızlık aslında Kur’an-ı Kerim’in temel isteği değildir. Kur’an-ı Kerim’de temel ilke anlamaktır. Kutsal kitabın pek çok ayetlerinde anlaşılması için indirildiği toplumun diliyle indirildiği ifade edilmektedir. Hafızlık İslam’ın en son hedefi değildir. Hafızlık eğitiminde kutsal kitaptaki tüm bölümler belirli bir sıra dizinine göre ezberlenir. Ezberlemek hafızlığın temelidir. Oysa kutsal kitaptaki temel ilke anlamadan ezberlemek değildir. Bu nedenle hafızlığı bir din eğitim yöntemi olarak kabul etmek doğru olmadığı gibi bu yöntemi idealize etmek hiç de dine uygun bir anlayış değildir.

Bu konuda en başta topluma yön göstermesi gereken yegâne kurum Diyanet İşleri Başkanlığı olduğu halde bu kurum bu konuda hemen hiçbir şey söylememeyi tercih etmekte, tersine bu dine uygun olmayan yöntemin daha da kökleşip gelişmesi için çaba harcadığı görülmektedir. Bu din eğitimi açısından büyük bir handikaptır.

Kur’an-ı Kerim kendi bağlılarına anlama sonrasında nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda yollar göstermektedir. Öğütler verme, uyarma, anlatma, açıklama, düşünme, akletme gibi yönlendirmelerle her bir inanan kişinin nasıl bir insan olması gerektiği konusunda gösterilen yolların her biri aslında din eğitiminin de çerçevesini çizmektedir. Din eğitiminin çerçevesi çizilirken kutsal kitapta çizilen bu çerçevenin bir yol haritası olarak takip edilmesi gerektiği halde tarih boyunca hemen hiçbir İslam toplumunda bu konularda kafa yorma ihtiyacı duyulmamış olması inandığını söyleyen insanlar açısından büyük bir tezat oluşturmaktadır.

Hemen her zaman camilerde inananlara “Allah’ın ilk emri okudur”söylemi dile getirilir. Okumaya bu kadar önem veren bir dinin bağlılarının okumaya karşı bu kadar ilgisiz kalması din eğitimi konusunda ne kadar büyük bir eksiklik içinde bulunulduğunu da göstermektedir. Yine din hassasiyeti olan kişiler tarafından Allah’ın kutsal kitabında her şeyin yazıldığı iddia edilir. Kutsal kitapta insana, doğaya, dünyaya, tarihe, ekonomi başta olmak üzere her tür toplumsal alana yönelik açıklamaların bulunduğu söylemine karşın bu alanlarda Müslüman toplumlarının elle tutulur bir somut sistem geliştirememiş olması da yine büyük bir eksikliktir. Bu durum sadece din eğitimi alanında eksiklikten söz etmenin yeterli olmadığını, aslında eğitim başta olmak üzere yönetim, ekonomi, toplum, dünya, insan ve bilim konularında da büyük eksikliklerin bulunduğu apaçık ortada duran bir gerçekliktir.

Dinin istediği insan tipinin doğru bir şekilde temel kaynak olan Kur’an-Kerim’den çıkarılması gerekmektedir. Bu çerçevede kutsal kitabın ayrıntılı bir şekilde analiz edilmesi gerekmektedir. Bu ise anlamadan ezberlemeye dayanan hafızlık yöntemi ile yapılamaz. Hafızlık yöntemi din eğitimi yöntemi olarak kullanılmaktan acilen çıkarılmalıdır. İmam Hatip Liseleri sistemi kısmen din eğitimi ile ilgili bir model olarak ileri sürülmekle birlikte bu sistemin de üzerinde yine ayrıntılı bir şekilde değerlendirme yapılması gerekmektedir.

Din eğitimi konusunda bu tartışmalarda en büyük sorumluluk din konusunda eğitim alarak topluma yön verme imkan ve gücü olan kişilerdedir. Din eğitimi konusunda en büyük otorite ülkemizde ilahiyat fakülteleridir. İlahiyat fakültelerinden mezun olanlar din eğitimi konusunda tek otorite olarak düşünülmektedir. Bu okullardan mezun olmuş olanların büyük çoğunluğunun görev aldıkları Diyanet İşleri Başkanlığı kendisinden beklenen toplumu aydınlatma görevini gerektiği gibi yerine getirmekten uzaktır. Diyanet İşleri Başkanlığı bürokratik bir yapıya dönüşmüştür. Bu bürokratik yapı siyasal iktidarın güdümünde olmaktan çıkması gerekmektedir. Doğru bir din anlayışının toplumda oluşabilmesi için ilahiyat mezunları başta olmak üzere diyanet mensuplarının büyük sorumlulukları bulunmaktadır. Topluma doğru din anlayışının anlatılmaması, tersine geleneksel ama dine uygun olmayan yöntemlerin yüceltilmesi dini cahilliğin devam etmesine katkı sunmaktadır. Bu durum dine de zarar vermektedir. Ancak din eğitimi sadece bu alanda eğitim alıp yetişmiş kişilerin işi ve görevi değildir. Eğitim konusunda bilgi sahibi olan herkesin bu konuda kafa yorması gerekmektedir.

Kur’an-ı Kerim’in tarif ettiği insan modelinin ete kemiğe bürünmüş halinin somutlaştırılması için sadece tarihsel kişilerden yararlanılmakta, bu ise daha çok menkıbelere dayanılarak yapılmaya çalışılmaktadır. Bu durum doğru bir insan modeli oluşturulmasını engellemektedir. Bu nedenle daha çok Kur’an-ı Kerim’in betimlediği niteliklerden hareket edilmesini gerektirmektedir.

Kur’an-ı Kerim’in nitelediği insan aslında yaşadığı dünyada hemen her şeye karşı ilgi duyan bir insandır. Duyarlılık önemli bir niteliktir. Okuyan, inceleyen, düşünen, gezen, sorgulayan, eleştiren, gözlemler yapan, ekonomik olarak güçlü, başkalarına hemen her konuda yardımcı olmayı hayatının en önemli işlerinden birisi olarak gören, övünmeyi sevmeyen, zenginliğini herkesle paylaşan, ömür boyu mücadele etmeyi bırakmayan, kötülükle ve kötülerle sürekli mücadele eden, iyiliğin peşinde koşan, iyilerle sürekli işbirliği, güç birliği, fikir birliği yapan, gününü, hayatını her yönüyle planlayan, sahip olduğu hiçbir değeri israf etmeyen, insana ve çevreye değer veren, saygı gösteren, güçlüye değil haklıya taraftar olan, başkalarıyla en güzel şekilde tartışan, en güzel şekilde öğüt veren, kırıcı, sert, kaba olmayan, şahitliği akrabalık ve sevdikleri üzerinden değil, hak üzerinde yapan, söz verdiğinde sözünü tutan, sözleşmelerini yazan, başkaları için kötü düşünceler beslemeyen, hatalarından ders alan, başkalarına düşmanlık yapmayan, mevki veya makamı, ekonomik veya sosyal durumu ne olursa olsun herkese saygı gösteren, başkalarına kölelik yapmayı kabul etmediği gibi başkalarını köle yapmak için çaba da harcamayan gibi bir anda akla gelen insani niteliklerin eğitim sisteminin içinde ne işi var diyecek bir pedagogun olması mümkün değildir.

Din eğitiminin temelini oluşturabilecek bu niteliklerin hemen tümü ve daha fazlası kutsal kitabın içinde yer almaktadır. Bu niteliklerin ortaya çıkarılması en başta din eğitimi konusunda hassasiyet taşıyanların görev ve sorumluluğunda bir iştir. Din eğitimi üzerinde yapılacak tartışmalar diğer alanlarda da model ve sistem ihtiyaçlarına yönelik çalışmalara katkı sağlayacaktır. Bu tartışmalar siyasal aidiyet duygusundan tamamen kurtularak yapılmalıdır. Bu günkü siyasal iktidar din eğitimi anlayışına büyük bir zarar vermiştir. Bu nedenle siyasal aidiyet anlayışı ile bu alana yaklaşmak fayda yerine zarar verecektir.

 

 

 

Mehmet Ali DEMİR

Muhalifbakış

izmirmuhammedali@gmail.com

 

 

 

9 Aralık 2024 Pazartesi

Politikasız Göç Yönetiminden Zafer Devşirmek


 

Suriye’de altmış yılı aşan BAASÇI Esad rejimi on yılı aşan açık mücadeleyi son 15 gün içindeki muhaliflerin saldırılarına dayanamayarak sona ermiş oldu. Bu durum rejim karşıtlarının açık bir başarısı. Şimdi bu başarı herkes tarafından sahiplenilmeye çalışılıyor. Bu kadar çok parçalı aktörün bulunduğu bir olayda kimin payının ne kadar olduğunun ortaya konması hele bu kadar yakın bir zaman içinde mümkün değil. Daha uzun bir süre bu sonucu hazırlayan sebepler herkes tarafından sahiplenecek gibi görünüyor. Buna rağmen Suriye devletinin içinde bulunduğu durumun sürdürülebilir olmadığı açık bir gerçeklikti. Yönetimdeki Esad/Esed rejimi diktatoryal bir yapıya dayanıyordu. Toplumsal temeli yoktu. Ülkedeki nüfus yapısında en küçük gruplardan birisine dayanıyordu. 2011 yılında rejime karşı çıkan grupların ilk baş kaldırılarında büyük bir darbe alarak yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı halde Rusya ve İran’ın desteği ile ayakta kalmayı bu güne kadar başarmıştı. Tamamen dış desteğe dayanarak iktidarda kalmanın sürdürülebilmesi mümkün değildi. Sonuçta gelinin noktada beklenen son ortaya çıkmış oldu. Şimdi bu sonu hazırlayan sebeplerin arkasındaki güçlerin kim olduğunun ortaya çıkarılması gerekiyor ancak bunun kısa sürede mümkün olduğunu düşünmek doğru değil. Buna rağmen özellikle Türkiye özelinde iktidar temsilcileri ortaya çıkan sonucu kendilerine mal etmeye hemen başladılar.

Türkiye’nin 2011 yılından beri muhalif grupları desteklediği açık. Bu yönüyle Türkiye’nin mevcut sonucun ortaya çıkmasında hiçbir dahli olmadığını iddia etmek doğru olmaz. Bununla birlikte sonuca kalıcı etki yapma düzeyi konusunda da abartıdan kaçınmak gerekiyor. Türkiye’nin en büyük katkısı Suriye’li göçmenleri ülkesinde barındırması olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Bu durum Suriye içinde mücadele eden gruplara yönelik önemli bir destek göstergesi olarak değerlendirilebilir. 2011 yılında çatışmaların başladığı ilk zamanlardan itibaren ne tür destekler sağlandığının belirlenmesi masa başındaki değerlendirmelerle ortaya konulması mümkün değil. Bununla birlikte en azından Rusya’nın çatışmalara müdahil olarak girmesine kadar önemli desteklerde bulunduğu söylenebilir. Rusya’nın dahil olması sonrası Türkiye desteğini farklı bir şekle sokmak zorunda kalmıştır denebilir. Muhalif gruplar arasında veya Suriye’ye dahil olan aktörler arasında arabuluculuk rolü sürdürülmeye devam edildi. En fazla Suriye’li göçmen nüfusuna sahip olmanın getirdiği ağır yükün altında ezilme durumuna gelmiş bir ülke olarak arabuluculuk rolünün Türkiye’ye verilmesi aslında aktif bir politika yapıcılığının göstergesi olarak değerlendirilmesi çok da doğru bir yaklaşım olmaz. Selin önündeki set misali başta Avrupa olmak üzere dünyadaki diğer güçlü aktörler Türkiye’yi bu rolü vermek zorunda kaldılar. Selin önündeki setin yıkılması setin arkasındaki ülkeler için bir kıyamet senaryosu olarak görülmesi nedeniyle setin sağlam bir şekilde kalması adına desteklenmesinin tercih edilmesi durumu ortaya çıkmıştır. Bu durum bizim ülkedeki yönetimin Suriye politikasının başarısından ziyade ülkenin bulunduğu stratejik konumun gereği olarak diğer aktörlerin desteklemek zorunda kalmalarının bir sonucudur. Geçmişten bu yana ülkemiz Avrupa ve dünya politika arenasında diğer ülkelerin içine girdikleri stratejik oyunlarda oyun sahası olarak kullanılagelmiştir. Planlanan stratejik oyunlarda oyun kurucu rolünü oynayan bir aktörlükten ziyade filmin çevrildiği set olmaktan öte gidilebilmiş değil. Buna rağmen iktidar bu durumu kendi politikalarının bir sonucu imiş gibi içeriye pazarlamaya çalışmaktadır.

Osmanlı döneminde de özellikle 17.yüzyıldan itibaren ülke yönetiminde söz sahibi olanlar toplumun dünyadan habersiz hayatlarından bu şekilde yararlanmayı hep bilmişlerdir. Bu gün de toplumun dünya olaylarına karşı ilgisi geçmiştekinden çok farklı bir düzeyde değil. En azından nüfusun büyük çoğunluğu açısından durum bu. Elbette küçük bir azınlık için bu durum doğru olmayabilir.

Dünyada ortaya çıkan çağdaş devlet yönetim sistemleri görmezden gelinmeye başlandığı andan itibaren Osmanlı devlet yönetim sistemi çökmeye yüz tutmuştur. Devleti yönetenler çağın getirdiği yönetim yapısını ülkeye getirmek yerine ucundan kenarından yaptıkları önce askeri yenilik hareketlerinin ardından bürokratik, siyasal, sosyal, hukuki ve diğer alanlardaki mış gibi yapılan değişikliklerle günü kurtarmaya çalışmışlar ancak sonuç alamadıkları için devlet sonunda yıkılmıştır. Cumhuriyet sonrası da bu yönüyle değişen fazla bir şeyin olmadığı anlaşılmaktadır. Yönetenler yönetimi topluma hizmet etme aracı olarak kullanmak yerine gücü ele geçirip keyfi olarak kaynakları istediği kişilere aktarma, güce sahip olarak saltanat sürme aracı olarak görmekten kurtulabilmiş değildir. Yönetim aracının bu şekilde kullanılmasından vaz geçememe ülkedeki sorunların azalması yerine artmasına neden olmaya devam etmiştir.

Her alanda politikasızlık söz konusudur. Bunun örneklerinden birisi de Suriye’li göçmenler konusudur. Suriye’li göçmenleri 2011 yılında ülkeye kontrolsüz bir şekilde boca eden iktidar bu güne kadar ülkenin ekonomisi başta olmak üzere hemen her alanda ülkeyi devasa bir istikrarsızlığa mahkum etmiştir. Bugün gelinen noktada Suriye’de yaşanan son gelişmelerden sonra Cumhurbaşkanı geçmişten bugüne yaşanan tüm problemleri görmezden gelerek herkese verip veriştirmektedir. İktidar destekçileri arasında dahi yaşanan politikasızlığa duyulan öfkeyi görmezden gelerek muhacir-Ensar edebiyatına sarılarak her alanda yaptığı gibi bu alanda da sorunları görmezden gelmeyi tercih etmektedir.

2011 yılından bu yana ülkeye gelen Suriye’lilerin ve yaşadıkları yerleşim yerlerindeki diğer kişilerin çektiklerinin baş sorumlusu olarak iktidar şimdi Suriye rejiminin çökmesi ile birlikte zafer naraları atarak doğru politika uyguladığını ısrarla iddia etmeye devam ediyor. İktidar göçmenleri hiçbir önlem almaksızın ülkenin adeta her yerine salarak ve takip etmeksizin kim kime dum duma bir anlayışla göçmen politikasından ziyade politikasızlığının göstergesidir. Bu süreçte toplumda büyük karmaşa yaşanmaması politikanın doğruluğunu değil, toplumun gelenlerle girdiği etkileşimde yaşananlar ve gelenlerin içinde bulundukları topluma isteyerek veya istemeyerek de olsa uyum çabalarının bir sonucudur. Ülkemize gelen Suriye’li göçmenler ekonomik hayatın içine ucuz iş gücü olarak dahil oldular. Bu durum uzun bir süre devam etti. Bu ucuz işgücünden büyük yararlılık sağlayanların sayısı hiç de az değil. Uzun bir süre devam eden ucuz iş gücü niteliği bir süre sonra ekonomik hayatta bir aktör haline dönüşmeye başlamalarına neden oldu. Belirli sektörlerde nitelikli iş gücünü oluşturmaya başlayan Suriye’liler iş yeri sahibi de olmaya ve yanlarında yerli vatandaşları çalıştırır hale de geldikleri oldu. Yoğunlaştıkları bölgelerde sadece kendi vatandaşları için işletmeler kurmaya, ticari alanda gettolara dönüşmelerine neden oldular. Bu durum yerli durumundaki kişi ve grupların tepkilerine neden olmuştur.

Suriye’lilerin gelişi ev kiralarının büyük oranda yüksek seyretmesine neden olmuştur. Daha önce hiç kimsenin yüzüne bakmadığı yerler Suriye’li göçmenler tarafından insani şartlara uygun mu değil mi bakılmaksızın kiralanır hale gelmiştir. Bu durum kira enflasyonu başta olmak üzere her alanda enflasyonu patlatmıştır. Bugün ülkemiz ekonomik göstergeler yönünden dünya sıralamalarında en kötü yerlerde yer almaktadır. Bu durum ülkedeki üretim, tüketim ve paylaşım düzeninde zaten olmayan sistemsizliği daha da içinden çıkılmaz hale getirmiştir.

Uzun bir süre muhacir-sahabe söylemi toplumda oluşan baskının ciddi boyutlara ulaşmasına engel olmuştur. Ancak gelinen aşamada artık altından kalkılmaz hale gelen sorunlar her alanda ciddi itirazlara neden olmaya başlayınca iktidar geçici önlemlerle baskıyı azaltma yollarına başvurdu. Yabancı tepkisini önleme adına yoğunluğun yüzde yirmi beşi geçmeyeceği yönünde kararları dillendirdiği halde bu konuda hemen hiçbir sonuç alıcı çaba içine girilmemiş, vatandaşa yönelik sürekli sabır telkinleri ile zamana oynamayı tercih etmiştir.

Suriye’li göçmenler ekonomik hayat dışında eğitim, sağlık, yerel hizmetlerden yararlanma alanlarında da toplumda sorunlara yol açmışlardır. Okullardaki yoğun Suriye’li öğrenci sayısı ilk günden itibaren farklı yöntemlerle ele alınarak göç yolda düzülür misali rüzgarın önündeki yaprak misali sorunlara günü birlik çözümler geliştirilmeye çalışılmıştır. Önceleri sabahçı öğlenci farklı dönem uygulaması ile birbirinden ayrılan Suriye’li ve yerli öğrencilerle ilgili uygulama bir süre sonra kaldırılarak tüm okullara dağıtılması yönünde uygulamaya geçilmiştir. Sağlık kurumlarında yaşananlar ile ilgili olarak da yine kişisel tecrübeye dayanan gözlemler bulunmakla birlikte önemli sorunların yaşandığı toplumda genel bir kanıdır. Yerel yönetim hizmetlerinden yararlanma düzeyinde ortaya çıkan ilave gücün karşılanmasında da yine büyük sorunlar toplumda yönetimin müdahalesi olmaksızın toplum tarafından absorbe edilmiştir.

2011 yılından beri ülkemize gelmiş olan Suriye’lilerle ilgili neler yaşadıklarına, bulundukları çevrede ne tür sorunlarla karşılaştıklarına dair derli toplu bir veri kaynağının olduğu söylenemez. 2011 yılından beri yaşanan tecrübeden hareketle bir sistemin kurulması gibi bir durum da yoktur. Bir başka göç tecrübesinde yaşanacakları hayal etmek için kahin olmaya gerek yok. Baştan beri Suriye sorunu ile ilgili olarak yaşanan süreçte her şeyin farkında olan bir yönetimin inisiyatifi ile yönetilmesinden çok rüzgarın önünde sürüklenen yaprak misali dünyadaki diğer aktörlerin girişimleri ve şartların getirdiği sonucun ortaya çıkardığı bir durumla karşı karşıya kalındı dense yanlış olmaz. Buna rağmen bu süreçten zafer devşiren iktidarı izlemeye devam edeceğiz. Umalım ki Suriye’de herkesi mutlu edecek bir sonuca ulaşılır. Bu süreçte keşke iktidar yaşananlardan ders alarak politikasız yönetim kültüründen kurtularak topluma hizmet eden bir yönetimi kurabilse de toplumun yaşadığı dertlerden hep bir birlikte kurtulabilsek.

 

  

Mehmet Ali DEMİR

Muhalifbakış

izmirmuhammedali@gmail.com

 

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...