Avrupa ülkeleri sınırlarını göçmenlere karşı koruma adına
politikalar geliştirerek kendi toplumsal dengelerini korumaya çalışıyorlar. Bu
çerçevede her tür imkânlarını kullanıyorlar. Bu çerçevede Türkiye de bu
çalışmalarda önde gelen ülkelerden birisi.
Avrupa ülkelerinin iç işleyiş düzeni kendi aralarında
oluşturdukları birlik tarafından alınan kararlar doğrultusunda yürütülüyor.
Avrupa birliği ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal ve daha diğer pek çok alanda
işbirliği yaparak büyük bir güç oluşturmaya çalışıyor. Oluşturulan güç
birliğinin ortaya çıkardığı her tür kaynak kendi aralarında toplumsal refahın
geliştirilmesi, yaygınlaştırılması amacıyla paylaşılıyor.
Avrupa birliği kendi içinde her konuda ortak politikalar
oluşturmaya çalışıyor. Göçmen politikası da bu politikalardan sadece birisidir.
Avrupa göçmen politikası konusunda yapılan çalışmalar Avrupa kamuoyuna açık bir
şekilde paylaşılıyor. Bu politikalardan doğrudan etkilenen Türkiye kamuoyunda
aynı açıklık ne yazık ki söz konusu değil.
Avrupa Birliğinin göçmen politikalarına yönelik çalışmaları
ile ilgili olarak yapılan uygulamalar konusunda Avrupa’da yayınlanan
raporlardan bilgi alınabiliyor. Bu raporlar genelde Avrupa kamuoyuna yönelik
hazırlanırken ülkemizde yeterince bilinmiyor. Avrupa birliğine yönelik çalışma
yapan kurumsal yapılar veya bu konularda çalışan uzmanlar tarafından takip
edilebilen uygulamalar yeterince topluma mal olamıyor. Toplumda var olan kısır
tartışmalar var olan uygulamalara objektif bir şekilde bakılmasını engelliyor.
Son dönemde yayınlanmış olan bu raporlardan birisi de Avrupa
Birliği destekli “Türkiye’deki Mülteciler İçin Avrupa Birliği Mali Yardım
Programı” diye nitelenen program. Bu program 2015 yılında başlamış. 2018
yılında bir rapor hazırlanmış. En son rapor da 2024 yılında yayınlandı. Bu
raporun Türkçe diline tercüme edilmiş kısmını bulabilmek güç. Özel bir çaba
harcamadan rapora herkesin kolayca ulaşması, anlaması pek de mümkün görünmüyor.
Toplumda zaten okuma konusunda büyük bir eksiklik varken bir de rapor gibi
teknik bilgi yönü ağır yazılı metinlerin okunarak anlaşılması zorluğu daha da
büyütüyor.
2024 yılı raporunda Avrupa’nın altı milyar avroluk bir
desteği Türkiye’ye hangi şartlarda verdiğini, bu paranın kullanımı konusunda ne
tür kontrol sistemlerinin geliştirilmesi gerektiğini genel hatlarıyla
açıklandığı görülüyor. Rapora bakınca ülkemizi yönetenlerle Avrupalı
yöneticilerin bakış açıları arasındaki farkı kolayca görebilmek mümkün.
Raporda Türkiye, Avrupa sınırında göçmenlerin ilk karşılanacağı
bir nokta olarak değerlendirilmiş. Otellerdeki ilk karşılama, kayıt noktası
olarak kullanılan resepsiyon denilen karşılama, kayıt ve yönlendirme görevinin
yürütüldüğü ülke olarak görülen Türkiye’nin bu işlevini layıkıyla yerine
getirmesi için maddi olarak desteklenmesi hedefleniyor. Türkiye, Avrupalıların
gözünde mültecilerin ilk geldikleri, karşılandıkları ve niteliklerine göre
sınıflandırıldıkları kamp merkezi konumuna yerleştirilmiş durumda. Türkiye
olmasa Avrupa’yı hedeflemiş olan tüm mülteciler doğrudan Avrupa topraklarında
karşılanmak zorunda kalacaklar. Avrupa ilk gelen her tür mülteciye yönelik tüm
hizmetleri bizzat kendisi yapmak zorunda kalmamak adına bir ara geçiş noktası
olarak Türkiye’yi üs olarak kullanmayı bir politika olarak benimsemiş durumda.
Bu politikada Türkiye’ye biçilen rolü Türkiye’yi yönetenlerin de büyük bir
iştahla kabul etmiş oldukları anlaşılıyor.
Raporda mültecilerin ilk geldikleri ülke olan Türkiye’de gerektiği
gibi karşılanmaları için ihtiyaç duyacakları hizmetler için gerekli maddi
kaynağı nasıl karşılayacaklarını politikalarının gereği olarak belirledikleri anlaşılıyor.
Buna göre mültecilerin ihtiyaç duyacakları sağlık, eğitim, sosyal ve yerel alt
yapı hizmetlerinin yerine getirilmesi için uygulanacak projelerin
geliştirildiği görülüyor.
Eğitim sektöründe PİKTES projesi olarak hayata geçirilmiş
olan uygulamalar çerçevesinde Suriyeli ailelere kişi başı para veriliyor. Suriyeli
çocuklara yönelik eğitim imkanlarının sağlanması, geliştirilmesi adına kamuya
kaynak aktarılıyor. Bu kaynaklar kullanılarak okullar, araç gereçler sağlanırken
personel görevlendiriliyor. Bu çerçevede 26 ilde uygulamalar yapılıyor. Milli
Eğitim Bakanlığı eğitim sektöründe mültecilere yönelik uygulamaları takip eden
paydaş olarak baş sorumlu. Bununla birlikte PİKTES uygulamaları konusunda
ayrıntılı bir düzenlemenin, bilgi birikimi ve verinin olduğu söylenemez.
Ülkemizde kayıtlı mülteci sayısına ilişkin veriler raporda
göç idaresi başkanlığından alındığı anlaşılıyor. Buna göre Suriyelilerin sayısı
3-4 milyon arasında gösteriliyor. Afganistan, Irak ve İran üzerinden gelen
mülteciler ülkemizde Avrupa Birliğinin projeleri kapsamında yaşamlarını
sürdürüyorlar. Göç idaresi verilerinin sağlıklı olduğunu iddia edebilmek çok da
inandırıcı görünmüyor. Yıllardır ülkemizde yaşamlarını sürdüren Suriyeli
nüfusunun doğum hızı konusunda tartışmalarda oldukça yüksek olduğu söylenmesine
rağmen adeta hiç artmıyormuş gibi sürekli aynı kalması verilere olan güveni
sarsıyor. Kayıt dışılıkta her konuda dünya liderliğini elinde bulunduran
ülkemizde mülteci sayısının da büyük bir kayıt dışılığın olduğu inkar edilmez
bir gerçek. Bununla birlikte bu konuda gerçek verileri ortaya koyabilecek bir
otorite de bulunmuyor.
Avrupa Birliği yetkilileri tarafından hazırlanmış raporda
mültecilerin bulundukları toplumda sağlık, eğitim ve yerel hizmetler konusunda
önemli bir yük ve sorunla karşı karşıya kaldıkları ifade edildiği görülüyor.
Aslında pek çok konunun raporda yüzeysel olarak ele alındığı görülüyor.
Mültecileri sadece sağlık, eğitim ve yerel hizmetlere yönelik alanlarda bulundukları
toplumda yük oluşturduklarını iddia etmek çok da gerçekçi bir yaklaşım değil.
Ülkedeki ev kiralarının artış oranları başta olmak üzere her tür ekonomik
faaliyette mültecilerin etkileri devasa boyutlarda dense yanlış olmayacaktır.
Ülkedeki mültecilerin sayısı on milyonu çok rahat bulduğu söylenebilir. On
milyonluk nüfusun barınması ile ilgili ihtiyaçlar genel barınma sorununu daha
da büyütmektedir. Barınma ihtiyacı yanında çalışma hayatındaki mülteci sorunu
da bir başka sorun alanı olarak ortaya çıkmaktadır. Avrupa Birliği raporunda sağlık,
eğitim ve yerel alt yapı alanlarıyla sınırlanan mülteci sorunu aslında
toplumsal hayatın her alanında sorunlar yarattığı açık bir gerçekliktir.
Mültecilere yönelik Avrupa Birliğindeki rasyonel politikalara
karşın kendi ülkemizi yönetenlerdeki politikasızlığı görünce gelecek adına
ümitli olmak kolay değil. Ülkemizde mülteci politikası dini bir temel üzerine
oturtulmaya çalışılıyor. Ensar-muhacir kavramları üzerinden toplumun dini
hassasiyetlerine oynamayı tercih eden iktidarın bu politikasının rasyonel
devlet yönetim anlayışı ile ilgisi yok. Rasyonel olmayan bir devlet yönetim
anlayışı ile çağın sorunlarına çözüm bulmak mümkün değil. Son dönemde ekonomide
rasyonel politikalara dönme seçeneğini kullanmak zorunda kalan devlet
yöneticilerinin mültecilere, eğitime, bürokrasiye ve diğer sosyal alanlara
yönelik rasyonel politikalara yönelmesi için kendiliğinden harekete geçmesi
mümkün görünmüyor. Halkın da bu konularda yönetenleri zorlaması beklenemez. Bu
durumda tıpkı ekonomik şartlarda görülen zorlamalar gibi diğer alanlarda da
yönetenleri zorlayacak şartlara ihtiyaç var. Şu aşamada böylesi zorlayıcı
şartların olduğu söylenemez. Yönetenler bildikleri şekilde ülkeyi yönetmeye devam
edecekler gibi görünüyor. Bu ise her alandaki sorunlarımızın büyüyerek devam
edeceğinin bir göstergesidir.
Mevcut iktidarın Avrupa Birliği ile yaptığı anlaşmalarda
girdiği yükümlülükler toplumla açık bir şekilde paylaşılmıyor. Avrupa’da var
olan basın gücü, kamu oyu duyarlılığı ve yönetim kültürü devlet-toplum
ilişkilerini bizdekinden çok farklı işlemesine neden oluyor. Yönetim bizde
topluma hizmet etme aracı olmaktan çok kaynakları dağıtım aracı olarak işlev
görüyor. Bu nedenle bizde devleti ele geçirme anlayış ve mücadelesi var. Bu ise
toplumda çatışmacı bir kültürün doğmasına neden oluyor. Devleti yönetenler
topluma rağmen kararları alıp hayata geçirmeyi normal bir davranış olarak görüyorlar.
Avrupa Birliğine karşı girilen yükümlülükler çerçevesinde yönetenlerin mülteci
sorununu çözme gibi bir iradeyi göstereceğini beklemek gerçekçi görünmüyor.
Muhalifbakış