Din anlayışı üzerine mutlaka herkesin kendine göre bir
düşüncesi vardır. Din konusunda olumlu veya olumsuz kanaate herkes mutlaka
sahiptir.
Din kavramı içinde
bulunduğumuz toplumda büyük bir yer tutmakla birlikte gerektiği gibi doğru bir
şekilde anlaşıldığını söylemek oldukça zor görünüyor. İslam dini ortaya çıktığı
andan itibaren kitaplı dinlerden birisi olarak var olmuştur. Kitaplı bir din
olmak okuma kültürüne dayanmak anlamına gelmektedir. Okuma kültürü içinde yazma
da yer alır.
İslam dininin temel
kaynağı olarak kutsal kitapta hayatın her alanına yönelik mesajlar, ilkeler,
değerlendirmeler bulunmaktadır. Bu mesaj, ilke ve değerlendirmelerin doğru bir
şekilde anlaşılması dinin de doğru anlaşılmasına neden olur.
Aklın doğru bir
şekilde kullanımına yönelik mesaj, ilke ve değerlendirmeler getiren dinin
toplumumuzda doğru anlaşılmamış olduğu görülüyor.
Din konusu
toplumda herkes tarafından bilindiği zannedilen bir olgu. Buna rağmen din
konusunda bilgisizlik adeta dibe vuruyor.
Din konusunda
bilgi sahibi olanlar dine dair yanlış anlayışlar üzerinde mücadele etmesi
gereken birinci sıradaki sorumlu kişiler. Din konusunda diyanet işleri
başkanlığı ve ona bağlı olarak camiler, cami görevlileri, ilahiyat fakülteleri,
imam hatip liseleri, dini kendine bir hayat şekli olarak kabul ettiğini
söyleyenler şeklinde uzun bir liste hazırlamak mümkün. Buna rağmen dine dair
konular üzerinde gerektiği gibi tartışılabildiğini söylemek oldukça zor.
Din eğitimi
denilince Kur’an Kurslarına devam etmek, imam hatip liselerine kayıt olmak,
dinle ilgili konuların anlatıldığı derslerin alınması gibi konular akla
geliyor. Bu alanda önemli yanlış anlayışlar, gelenekler oluşmuş durumda.
Bunların ortadan kalkması gerekiyor. Fakat bu konularda eleştirel bir söz hemen
din düşmanlığı anlamına algılanıyor. Bu da din konusunda okuma, tartışma,
sorgulama kültürünün yetersiz olduğunu gösteriyor. Okuma ve yazmanın temel bir
zorunluluk olduğu bir dinin mensupları arasında bu davranışların alışkanlık
haline gelmemesi dinin ne kadar az anlaşıldığının da bir göstergesidir.
Toplumda din
diye algılanan anlayışlar üzerinde konuşulması, tartışılması, düşünülmesi
gerekiyor. Okullarda kız/erkek ayrımı uygulaması dinin bir gereği gibi
algılanıyor. Kızlardan ve erkeklerden oluşan ayrı sınıflar, okullar olması dini
anlayışın bir gereği gibi sunuluyor, algılanıyor. Dindar anlayışa sahip
ailelerde haremlik selamlık anlayışına dayanan bir yaşam biçimi görülür. Bu
yaşam biçiminin dini, toplumsal ve psikolojik temelleri bulunmaktadır. Bununla
birlikte bu konularda toplumda yeterli bir bilincin olduğu da söylenemez.
Başörtüsü
kullanmak önemli bir dindarlık göstergesi olarak kabul ediliyor. Başörtüsü
takan birisi mutlaka bilgili bir dindar olarak düşünülüyor. Erkekler için de
sakallı, cüppeli, sarıklı olmak bu şekilde algılanıyor. Kılık kıyafete, dış görünüşe
göre bir değerlendirme oldukça yaygın.
Dini öğrenme
denilince Kur’an-ı Kerimi yüzünden okumak anlaşılıyor. Arapça harflerin
okunmasının öğrenilmesi Kur’an okumayı öğrenme olarak görülüyor. Hafızlık aşırı
yüceltiliyor. Toplumda din konusunda otorite durumunda olanlar veya din
konusunda hassasiyet taşıdığını iddia edenler hafızlık kavramını herkes için
ulaşılması gereken ideal dindarlık noktası olarak gösteriyorlar. Oysa hafızlık dinin
özündeki bir husus değildir. Hafızlık Kur’an-ı Kerim’i baştan sona belirli bir
sistem çerçevesinde ezberlemektir. Kur’an-ı Kerim’i ezberlemek ayetleri belirli
bir noktadan itibaren okumaya devam etme şeklinde oluşur. Ezberlemede anlama
yoktur. İçeriğe dair bir değerlendirme yapılamaz. Sadece ayetler sıradan
okunabilir. Anlamadan kelimeleri tekrar edip geçmek dinin istediği bir anlayış
değildir. Bu nedenle hafızlığı dinin asli bir unsuru gibi görmek din anlayışı
ile tamamen zıt bir bakış açısıdır.
Namaz, oruç,
hac, zekat gibi ibadetler dinin gücüne dair bir gösterge olarak algılanıyor.
Davranış boyutunda istenenlere yönelik bir algı gelişmemiş olduğu rahatlıkla
görülür. Bunun temel nedenlerinden birisi dinin anlamı, içeriği, kaynakları ve
kültürü üzerine yeterince düşünmemek olduğu söylenebilir.
Tarih boyunca yaşanan
tecrübeye bakıldığında her toplumun kendine özgü bir yaşam biçimine sahip
olduğu bir gerçekliktir. Bununla birlikte bu alanda yeterince yazılmış bir
kaynak bulmak oldukça zor. İslam toplumlarındaki okuma ve yazmaya yönelik
olumsuz bakış bunun en önemli nedenlerinden birisidir. Kendi toplumumuz
açısından bakıldığında din eğitimi konusundaki tarihi mirasın içinde devlete
bağlı olan ve olmayan bir yapılanmanın olduğu görülür. Devlete bağlı din
eğitimi daha çok toplumun gözündeki meşruiyet kaynağı olan dine sahip çıkma
endişesiyle hareket edildiği görülür. Toplum nezdinde meşruluğunu sürdürmek
isteyen yönetimler din eğitimine dair yapılar, kurumlar, mevki ve makamlar
oluşturmuş ve buralarda görevli kişiler istihdam etmişlerdir. Toplumun tümüne
yönelik ortak bir din anlayışını yaygın bir eğitim sistemi ve faaliyeti ile
yayma gibi bir anlayış ve uygulama hayata geçirilememiştir. Görevlendirilen
kişiler aracılığıyla yönetimin sahip olduğu din anlayışının herkes tarafından
kabul edilmesi veya büyük bir muhalefet olmaması yönetenler açısından yeterli
olmuştur. Toplumun din anlayışını görevlendirdikleri kişiler aracılığıyla
şekillendirmeye çalışmıştır.
Devlete bağlı olmayan
cemaatler, gruplar, oluşumlar tekke, zaviye veya diğer benzeri yapılanmalar
çevresinde toplanmıştır. Bu tür oluşumlar da kendi anlayışlarını topluma yayma
çabasını liderlik konumunda bulunan kişilerin anlayışı ile sınırlı kalmıştır.
Liderlik makamında oturan kişilerin yazdığı kitapların okunması bu oluşumların eğitim
metodu olarak ortaya çıkmıştır. Genel anlayışın dışında yorumlar, bakış açıları
yönetim tarafından fitne kaynağı olarak görülerek yok edilmeye, sindirilmeye
çalışılmıştır.
Toplumun tümünü
kapsayacak gerçek anlamda din anlayışı kazandıracak bir eğitim sistemi, faaliyeti
geliştirilememiştir. Kur’an-ı Kerim’i namazlarda okuyabilecek kadarıyla
ezberleme, Arap harfleri ile yazılmış şekliyle kitabı okuyabilme, günlük hayatta
ihtiyaç duyulacak şekliyle ilmihal denilen bilgilerin öğretilmesi ile sınırlı
bir eğitim faaliyeti bulunduğu görülmektedir.
Tarih boyunca var
olan bu sınırlı din anlayışı kazandırma çabaları bugün de fazla farklılaşmış
bir durum yoktur. Bu sınırlı anlayışla dinin doğru bir şekilde öğrenilmesi,
anlaşılması, sorgulanması, tartışılması zor görünüyor.
Bugünkü iktidar
dindar nesil yetiştirme iddiasına yönelik söylemleri hayata geçirememiştir. Bu
iktidar döneminde güçlenmesi beklenen din anlayışı tersine olumsuz bir yönde
gelişmiştir. Bu iktidarın ilk yıllarında dindarlık iddialı bir argüman olarak
ülke gündemine oturma şansı bulmuş iken zamanla iktidar sahiplerinin yaptığı
yanlışlar nedeniyle dindarlık anlayışı yozlaşmıştır. Şu anki şekliyle
bakıldığında toplumun tüm kesimlerinde dindarlığa karşı olumsuz bir bakış
vardır. Bu olumsuz bakışın ortadan kalkması kısa vadede mümkün görünmüyor.
Muhalifbakış |