23 Şubat 2023 Perşembe

Geçmişten Bugüne Devlet Yönetim Geleneği

Osmanlı Devleti 600 yıllık bir süre boyunca varlığını sürdürmüş. Bu sürenin tümünü tek bir çizgi olarak görmek yanlıştır. Hamasi nutuklar atmayı sevenler genelde üç kıtaya nizam veren atalardan, hak ve adalet dağıtan bir yönetim anlayışından, herkesin gıptayla baktığı bir toplum ve devlet düzeninden söz ederler. Her konuda olduğu gibi tarihle ilgili konularda da okuma, araştırma, sorgulama alışkanlığının kök salıp gelişemediği toplumumuzda bu konular takım tutar bir yaklaşımla ele alınır. Taraftarlar tümüyle sahiplenirken karşıtlar da tümüyle yerin dibine batırmaya heveslidirler. Bu durum toplumun genel anlamda yeterince gelişmemiş olduğunu temel göstergesidir.

Osmanlı’nın dış ülkelerle girdiği etkileşim konusunda ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır.

İngiliz elçilerinin Osmanlı topraklarında varlıklarına ilişkin belgeler 1580’lere kadar uzandığı görülüyor. İngiliz elçileri başkent İstanbul’da 1580’li yıllardan itibaren var olurken Osmanlı topraklarının pek çok yerinde de İngiliz ticaret adamları ticari faaliyetlerini yapmak için dolaşırken onların işlerini destekleyen ticari konsoloslar da İzmir başta olmak üzere diğer şehirlerde varlıklarını sürdürmüş ve kendi ülke vatandaşlarının ticari faaliyetlerini kolaylaştırmak için organize çalışmalar yapmışlardır. Oysa bu dönemlerde Osmanlı’nın daha elçi görevlendirme gibi bir faaliyetinin bulunmadığı görülmektedir. Osmanlı’daki ilk dış elçilik görevlendirmeleri 1720’li yıllarda ortaya çıkan batılılaşma çabaları çerçevesinde belli merkezlerle sınırlı şekilde başlamıştır. Bu durumun İngilizlerden yaklaşık 150 yıl daha sonraki bir zamana rastladığı görülmektedir.

İngilizlerden daha önce Fransızlar da benzer şekilde Osmanlı’nın merkezine gönderdikleri elçiler aracılığıyla imtiyazlar elde etmişler ve uzun yüz yıllar boyunca Osmanlı yönetimine yakın olmanın avantajlarını kullanmışlardır.

Bir dönem Osmanlı’ya boyun eğen Rus Knezlikleri uygulanan doğru projeler sayesinde bir süre sonra devasa Rus gücüne dönüşmüş ve Osmanlı’yı paylaşma pazarlıkları yapar hale geldikten sonra bugün dünyada denge oluşturan önemli bir güce dönüşmüştür.

Osmanlı devletini yönetenler batılıların yaptıklarını gerektiği gibi değerlendirmek yerine büyüklük hastalığına tutularak kendilerini dışarıya karşı kapatmayı tercih etmişlerdir. Bu durum devlet yönetim geleneği açısından büyük bir zafiyettir. Bu zafiyet devletin yıkılışına kadar gitmiştir. Zafiyetin farkına varanlar doğru çözümler üretmeyi başaramamış, kendilerince hazırladıkları yenileşme planlarını hayata geçirmeye çalışırken ya hayatlarını kaybetmiş veya geçen zamana yenik düşmüşlerdir.

Dünyayı gerektiği gibi okumayı başaramayan devletin ileri gelenleri devletin düştüğü durumdan çıkması için dışardan getirdikleri uzmanlardan medet ummuşlar ancak devlet ile toplum arasında hiçbir zaman var olmamış olan birlik beraberlik ruhunu oluşturabilecek temel yapıları kurmayı yine başaramamışlardır.

Batıda uzun yılların sonucu olarak ortaya çıkmış iyi işleyen devlet düzeninin gerekleri için kurulması zorunlu olan sistemlerin kurulup işlerlik kazandırılması yerine batıdaki göstermelik kurumları, uygulamaları kopyalayarak görüntüde hayata geçirdiklerini zannetmişlerdir. Kopyalanan kurumlar ve uygulamaların gereği olan temel dönüşümlerin gerçekleşmesi için ihtiyaç duyulan uygulamalar hayata geçmediği için her yeni uygulama bir süre sonra daha büyük başka yeni uygulamaların aktarılması ile sonuçlanırken istenen sonuç yine elde edilememiştir. Tarihi süreç içinde zayıflayan devlet sistemi hemen tüm hayati konularda/sorunlarda dışarıdan yardım/destek/taraftar aramak ve yapılan tavsiyelere gözü kapalı bir şekilde uyarak varlıklarını sürdürmeyi tercih etmişlerdir. Dışarıdaki güçlerin birbiriyle çatışan menfaatleri ülkenin çok daha erken dönemlerde yıkılıp yok olmasına engel olmuştur. Tüm bu yaşananlar yönetenlere ders vermek yerine dışarıya olan bağımlılığa daha büyük bir istekle sarılmaya neden olmuştur.

Devleti yönetme yetkisine sahip olanlar değişim ve dönüşümü hedeflerken her zaman kendilerini dışarda tutmuşlardır. Yönetimde değişim için gereken güç paylaşımına neden olan kurumsal yapıların kurulması hiçbir zaman düşünülmemiştir. Kendini, gücünü sınırlamadan, kuralların hakimiyeti yerine kendi hakimiyetine dayanan ve kendini sınırlamaksızın yönetimin ve devletin dönüşemeyeceği gerçeği görülmek istenmemiştir. Batıda var olan toplum ve yönetim arasındaki işbirliğine dayalı birlikte zenginleşme ve güçlenme kültürü, işbirliğine dayalı yönetim kültürü kurulup geliştirilemeyince geçmişten beri Osmanlı’da varlığını sürdüren yöneten yönetilen yabancılaşmasında hiçbir değişim olmamıştır. Yönetme gücünü eline geçirenler mevcut kaynakları kendileri için kullanırken diğerlerini görmezden gelmiştir. Saray hazineyi kendi ihtiyaçları için sonuna kadar kullanırken taşradaki vatandaşın ihtiyaçları her zaman yok sayılmıştır.

Cumhuriyetle birlikte Osmanlı’nın yıkılarak yeni bir devlet oluşturma çabalarında da geçmişten farklı bir anlayışın olmadığı görülmektedir. Osmanlı döneminde saltanata dayanan yönetim kültürü Cumhuriyetle birlikte terk edilmek yerine tek adama dayalı yönetim kültürüne dönüşerek sadece ismen değişmekle kalmış, özde bir değişim ve dönüşüm olmamıştır. Bir yönüyle güç el değiştirmiş ancak yine batıdaki devlet ve toplumun birlikte zenginleşmesi ve gelişme kültürü geliştirilememiştir. Osmanlı dönemindeki saltanata dayalı iktidarın yerine adı cumhuriyet de olsa gerçekte seçkinci bir iktidar kurulmuştur. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte görüntüde halk egemenliği diye nitelenen yönetim yine küçük bir azınlığın egemenliği şeklinde devam etmiştir. Geçmişten beri getirilen batılı kurum, kural ve uygulamaların kopyalanması geleneği aynı şekilde devam etmiştir. Toplumu dönüştürme projesi toplumu dışarıda tutularak Osmanlı’daki anlayışla hayata geçirilmeye çalışılmıştır.

Mevcut iktidar uzun yıllar boyunca ezilenlerin temsilciliğini yapma söylemi ile ümit vadettiği toplumun büyük çoğunluğundan destek almasına rağmen son aşamada tüm toplumu kucaklayacak bir sistemi kurmak yerine kendine bağlı ayrıcalıklı bir zümre oluşturmayı tercih etmiştir. Bu gün de kaynaklara yakın olanlar kendi ihtiyaçlarını karşılamada mevcut kaynakları sonuna kadar kullanırken uzaktakilere sabır, tutumluluk, tasarruf tavsiye etmektedirler.  

Bugün toplumda ilerleme, zenginleşme, yükselme mekanizmaları konusunda herkeste olumsuz bir bakış açısı vardır. Tanıdık veya destekçin yoksa yükselemezsin, ilerlemek istiyorsan siyasi makamlardan referansın olmalı, zenginleşmek için mutlaka kamudan destek görmen gerekir gibi anlayışlar herkesin zihninde yer almaktadır. Ehliyet ve liyakat denilen değerler sözde, kağıt üzerinde kalmaktadır. Eğitimin, kendini geliştirmenin değeri yok denecek kadar azdır. Bu durum toplumda büyük bir enerji kaybına, verimsizliğe, düzensizliğe ve hukuksuzluğa neden olmaktadır.

Devlet yönetim geleneği geçmişten bu güne büyük değişim olmaksızın devam etmektedir. Bu geleneğin oluşturduğu kısır döngünün kırılması oldukça zor görünmektedir. Bugün ülkemizde yaşanan devasa boyutlardaki deprem yıkımında bu olumsuzlukların payı büyüktür.

İyi işlemeyen devlet yönetimine dair göstergeler deprem sonrası yaşanan sorunlarda bol miktarda görünmektedir. Merkezi ve yerel yönetim düzeyinde var olan kokuşmuşluk ve çürümüşlük binlerce insanın hayatına, hesapsız maddi kayıplara ve nesiller boyu unutulmayacak manevi yıkımlara neden olmuştur.

Osmanlıdan itibaren kurulamamış olan iyi işleyen devlet sistemi bu dönemde de kurulamamıştır. İyi işleyen devlet yönetim sistemi için görev, kural ve amaçlara bağlı kurumsal yapıların kurulması, bu yapıların başına gerçek anlamda iyi yetişmiş kişilerin yönetici olarak atanması gerekir. Kuralların gereğine göre topluma hizmet eder halde tutulan bu kurumlar aracılığıyla toplumun ve devletin birlikte zenginleşip güçlenmesi sağlanabilir. Toplumun tümünü kapsayacak, gözetecek, içerecek bir yönetim anlayışını gören her bir birey kendi gücünün karşılığını adaletli bir şekilde aldığını görmeye başladığı andan itibaren kendi gücünü en üst düzeye çıkarmak için çaba göstermek dışında başka yollara sapma ihtiyacı hissetmeyecektir. Bunun için herkesin üzerine büyük işler düşmektedir. İktidar hırsından vazgeçmek, toplumun tümünü dikkate alan kamu politikaları geliştirmek, ehliyetli ve liyakatli kişileri seçebilecek ve yetiştirebilecek kurumsal yapılar kurmakla işe bir an önce başlanması gerekiyor. Yaşanan sorunlar, çekilen sıkıntılar toplumu oluşturan bireyleri bir yönüyle terbiye ediyor. Toplum sorunlar ve sıkıntıların sonucunda doğru olana ulaşabilirse ne mutlu, aksi taktirde sorunların ve sıkıntıların altında topluca ezilmeye devam edilir.

     

 

 

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...