Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan son dönemdeki
konuşmalarında ülkenin gelecek yüz yılına ilişkin bir vizyondan söz ediyor. Vizyon
kavramı bir ideal, gelecekte olunmak istenen nokta diye tanımlanıyor.
Cumhurbaşkanı da bu söylemle ülkenin gelecek yüz yılına ilişkin bir ideale
atıfta bulunduğunu iddia ediyor. Ülkenin son yirmi yılındaki işleyiş üzerinde
cumhurbaşkanının büyük etkisi olmuştur. Yirmi yılı aşan iktidar tecrübesi ile
cumhuriyet tarihinin en önde gelen lideri durumuna gelmiştir. Bu yönüyle ülke tarihine
geçmiş bir isimdir. Cumhuriyetin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk on beş
yıllık bir dönemde ülke yönetiminde söz sahibi olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşu
ile birlikte yeni bir devletin kurulması, toplumun geleceğine dair önemli
projeleri hayata geçirme konusunda siyasal, sosyal, hukuki, ekonomik,
bürokratik, kültürel pek çok alanda çalışmalar yapmaya çalışmıştır.
Cumhurbaşkanının geçmiş siyasal söylemlerine bakıldığında tek parti dönemi diye
nitelenen Mustafa Kemal Atatürk ve onun kurduğu CHF/CHP dönemine yönelik önemli
eleştirileri olduğu görülür. Buna rağmen gelinen noktada eleştiride bulunduğu dönemlerdeki
uygulamalarla aynı çizgiye gelmiş bulunuyor.
Mustafa Kemal Atatürk döneminde yaşanan tek parti
dönemi uygulamalarına bakıldığında kurtuluş savaşında gösterdiği liderlik
özelliklerini de kullanarak cumhuriyetin kurulması sonrası ülke yönetiminde
hemen her konuda tek söz sahibi durumuna gelen kişinin Mustafa Kemal Atatürk’ün
tam bir tek adam yönetimi kurduğu rahatlıkla görülür. Bugünden geçmişe bakanların
genel olarak o günün şartlarında bu zorunlu idi diyerek savundukları görülür. Cumhurbaşkanlığı
sıfatını ölünceye kadar uhdesinde bulundurmuştur. Bu sıfatla birlikte
cumhuriyet halk fırkasının ebedi başkanlığını da aynı şekilde elinde
bulundurmuştur. Devletin her işini yakından takip etmiştir. Meclise kimin
seçileceğini yine bizzat belirlemiştir. Hükümet politikalarını yakından takip
etmiştir. Çıkarılacak yasaları, yapılacak düzenlemeleri, atanacak bürokratlara,
çalışmasına izin verilecek resmi ve sivil toplum kuruluşu türündeki her tür
örgütlü faaliyete yönelik düzenlemelerde, yurt içi ve yurt dışı faaliyetlere
yönelik çalışmalarda ölünceye kadar söz hakkını her zaman kullanmıştır.
Bugün iktidarı elinde bulunduran cumhurbaşkanı da
aynı yolda ilerlemektedir. 2018 sonrası dönemde cumhurbaşkanı tıpkı Mustafa
Kemal Atatürk gibi parti yönetimini de tek eline almıştır. Meclise girecek
kişiler onun onayıyla belirlenmektedir. Hükümet politikaları, tüm bakanlıkların
çalışmaları, resmi kurumların işleyiş düzeni tamamen cumhurbaşkanının
elindedir. Bu yönüyle aynı cumhuriyet döneminin ilk yıllarında yaşanan tek
parti dönemi yönetim anlayışı yaşanmaktadır.
Bu aşamaya nasıl gelindi sorusu üzerinde ayrıca
durmak gerekiyor. 2002 yılında iktidara gelen AK PARTİ/AKP iktidarı o
dönemlerde tek adam anlayışı ile hareket etmiyordu. Kurulan parti topluma kendini
geçmişte yaşanan sorunları çözecek bir ekip olarak sundu. Toplum bu taahhüde
inandı. Bugüne kadar yapılan tüm seçimlerde cumhurbaşkanının isteği
doğrultusunda seçimlerde toplum kendisini destekledi. Zamanla ekip çalışması
tek adam yönetimine dönüştü. Ekip ruhu ortadan kalktı. Ekibin başı olarak
cumhurbaşkanı her zaman ön planda kalmaya devam etti. Bu durum karizmatik
liderliğe dönüştü. Karizmatik liderlik anlayışının ortaya çıkması ile birlikte
her alandaki gücü kendi elinde toplamaya başladı. Cumhurbaşkanı başta yanında olan ekip
elemanlarını zamanla yeni kişilerle değiştirdi. FETÖ mücadele süreci önemli bir
kırılma noktası olarak cumhurbaşkanına tüm gücü elinde bulundurmadığı takdirde
yok olacağı korkusu oluşturmuş gibi görünüyor. Cumhurbaşkanı seçilmesi sonrası
yürütmeyi elinden kaçırdığını gören cumhurbaşkanı bir yönüyle FETÖ/15 Temmuz
kalkışma sürecini bu gücü yeniden eline geçirme fırsatı olarak kullanmış gibi
görünüyor.
Cumhurbaşkanı iktidara geldiği andan itibaren ülke
yönetiminde yaşanan sorunlara yönelik çözümler üretme çabası içinde bulunduğunu
sürekli vurguladı. İktidarı eleştirenler arasında dahi 2010 yılına kadarki
uygulamalar konusunda olumlu bir bakışın olduğu görülür. 2010 sonrası bir anda
tam bir kırılma noktasından söz etmek mümkün değildir. 2010 yılına kadarki
uygulamalar konusunda olumlu değerlendirmelerin yapılması iktidarın genel
olarak toplumda yaşanan sorunlara yönelik yaptığı olumlu çalışmalardan
kaynaklanmaktadır. İktidar, ileri sürdüğü projeleri hayata geçirme konusunda toplumdan
da önemli destekleri almıştı. 2010 sonrası toplumun desteği yine aynı şekilde
devam etti. Burada değişen iktidarın işbirliğine girdiği toplumsal güç odakları
ile yaşadığı ilişkilerin olumlu havası olmuştur denebilir.
İktidarın ilk yıllarından itibaren toplum içinde
farklı güç odakları ile işbirliği yapmıştır. İktidarı en çok destekleyen toplum
kesimleri genel olarak muhafazakarlar olmakla birlikte geçmişteki ekonomik, sosyal
ve kültürel sorunlardan olumsuz etkilenen çevreler de olmuştur. İktidar ilk
andan itibaren tümüyle gücü eline alabilmiş değildi. İktidar yıllarının ilk
dönemlerinde iktidar olabilirsiniz ancak muktedir olamazsınız türü söylemlerin
yazılı basında açıkça dile getirildiği görülür. Bu dönemlerde iktidarın
karşısında askeri ve sivil bürokraside, üniversite ve aydınlar çevresinde, iş
dünyası çevrelerinde güçlü bir muhalefet cephesi vardı. Bu muhalefet cephesine
karşı iktidar girdiği her seçimde kazandığı yeni güç kaynakları ile daha da
güçlendi. Toplumun verdiği bu destek iktidarın daha da güçlü bir şekilde
hareket etmesine neden oldu. Bu süreçte pek çok destekçisi ile birlikte FETÖ’cü
diye nitelenen grup da sahip oldukları bürokratik, ekonomik, basın, yayın
araçları ile iktidara büyük destek verdi.
Bu süreçte ele geçirilen güç doğru
kullanılabilseydi geçmişten farklı olarak devlet-toplum, birey-devlet
ilişkileri kurumsal bir hale getirilebilirdi. Geçmişte var olan gizli kapaklı
fişleme anlayışına dayalı kadrolaşma anlayışı yerine hak temelli, gerçek
anlamda ehil olanları seçen bir personel seçme, kadrolaşma sistemi
kurulabilirdi. Hangi anlayıştan olursa olsun merkezi sınavlarda başarılı
olanların hak ettikleri kadrolara yerleştirildiği bir sistem kurulabilseydi,
her kadro için belirlenmiş kural ve kaidelerin şeffaf bir şekilde hayata
geçirildiği kurumsal bir işleyiş düzeni oluşturulabilseydi sınav yolsuzlukları,
adam kayırmacılığı düzeni oluşmazdı. Bunun yerine ülkede geçmişte var olan
kapalı kapılar ardında gizli kapaklı fişleme anlayışının yeni gelenlerin
yararına olacak şekilde yaşamasına/var olmasına göz yumuldu. Bu süreçte en
sistematik çalışan FETÖ grubu tüm avantajı eline geçirmiş oldu. Her alanda var
olan güçlerini çok iyi kullanan FETÖ grubu adeta iktidarın ortağı haline geldi.
İktidar kendisine ortak olmaya çalışan bu grupla mücadele etmek zorunda kaldı. Bu
mücadelede iktidar kendi içinde parçalanmama adına kendi içinde var olan her
tür yolsuzluk ve usulsüzlüğü görmezden gelmeyi tercih etti. Bu süreçte
iktidarın sürdürülmesi adına toplumun desteğini kaybedilmemesi için toplumda
kim ne isterse onun verilmesine dayanan bir yönetim sistemi kurulmuş oldu. Bunun
sonucunda toplumu rahatsız edebilecek her tür karardan kaçınılması yoluna
girilmek zorunda kalındı. Uzun zamandır iktidar toplumun içinde kendisini
destekleyen grupların istediği ne ise onu yapar hale gelmiş durumda. Sık sık
vergi ve imar barışı uygulamalarının yapılması, sık sık kural ve kaidelerin
değiştirilmesi, kayıt dışı ekonomik faaliyetlerin görmezden gelinmesi,
uygulanan cezaların affedilmesi vb. uygulamalar hep bu yöndeki yönetim
anlayışının göstergeleridir.
Cumhurbaşkanı geçmişte eleştirdiği her tür siyasal
ve yönetsel uygulamalara sahip çıkar hale gelmiştir. Partinin kuruluş
dönemlerinde koltuğa yapışıp kalan yaşlı siyasal liderler eleştirilerek
kendilerinde en fazla üç dönem kuralı olduğu söylemi dile getirilirken bugün yirmi
yılı aşan bir iktidar tecrübesi ile cumhurbaşkanı cumhuriyet tarihinin en uzun
süre koltukta kalmış kişisi haline gelmiştir. Tek adam yönetimi anlayışı bugün
her zamankinden daha güçlü bir şekilde ülkede oluşturulmuştur. Her alandaki
işleri tek başına yönetmeye çalışan bir güçlü adamın gölgesi her alanda açık
bir şekilde görülmektedir.
Bugün kurulmuş olan bu sistem gelecek yüz yılı şekillendirme iddiasını dile getiriyor. Türkiye Yüzyılı söylemi ile gelecek yüzyıllık dönem adeta ipotek altına alınmaya çalışılıyor. Yüz yıllık dönemi bir ideal, vizyon söylemi ile şekillendirmeye çalışmak çok iddialı bir yaklaşım olmakla birlikte oluşturulmuş temele bakılınca hiç de uzun dönemli, uzun soluklu bir yapının olmayacağı görülüyor. Bir kere yirmi yıllık iktidar tecrübesinde yapılanlar hiç de uzun süre sahip çıkılacak bir miras olarak görünmüyor. İktidara yakın olanların kayırıldığı, tek adam yönetimine bağlı olmayı isteyen bir yönetim anlayışının uzun süreli olabilmesi mümkün görünmüyor. Hak temelli bir seçme sistemi yerine kapalı kapılar ardında yapılan fişlemelere dayanan bir seçme sistemine uzun süre rıza gösterilebilmesi mümkün değil. Bu sistem tamamen karizmatik lidere dayanan bir işleyiş düzenine sahip olduğu için ancak kişilerin hayatları ile sınırlı kalacaktır. Yaşayıp göreceğiz.
Muhalifbakış |