Türkiye ile Yunanistan arasında son dönemde
ortaya çıkan çatışma konularına her geçen gün bir yenisi daha ekleniyor. İki
ülke arasında yaşanan çekişmelerin sıcak çatışmaya dönüşmesinden herkes
tedirgin. Sonuçta iki testi çarpışırsa her ikisinin de zarar görmesi
kaçınılmaz. Buna rağmen ülke yöneticileri birbirlerine sürekli sert çıkışlar
yaparak birbirlerini alt etmeye çalışıyor. Türkiye yetkilileri son dönemlerde
Yunanistan’a tarihi unutma gibi söylemleri kullanıyorlar. Bu tür bir söylemin
anlamı üzerinde düşünmek gerekiyor. Gerek cumhurbaşkanı, gerek dış işleri
bakanı veya milli savunma bakanı bu söylemi kullanıyorlar. Tarihi unutma
söylemi üzerinde durulacak olursa buradan hareketle devlet yöneticilerimizin
Yunanistan’a bazı gözdağı verme çabaları içinde olduğu söylenebilir. Ancak
ülkeler arası ilişkilerde bu tür söylemlere dayanarak verilen gözdağının hiç de
etkili olmayacağı açık bir gerçek. Yunanistan devlet yöneticilerinin, Türkiye
yöneticilerinin bu söylemlerinden hareketle yapmayı düşündükleri davranışlardan
veya atmayı düşündükleri adımlardan vazgeçeceğini beklemek için herhalde çocuk
olmak gerekir. Buna rağmen bu söylemin sürekli dile getirilmesinde asıl amacın
Yunanistan’a yönelik bir söylem olmaktan öte Türkiye kamuoyunun içine yönelik
olduğu açıkça görülebiliyor. Devleti yöneten büyüklerimiz aslında gerçekte
hiçbir etkisi olmayacağı açık olan böylesi bir söylemi kullanarak kendi iç
kamuoyuna, sıradan vatandaşına gaz vermek isterken, onlara ne kadar güçlü bir
devlet olduklarını dünyaya bu söylemlerle gösterdikleri imajını vermek
istiyorlar.
Öte yandan tarihi unutma söyleminin de
yeterince ayaklarının yere sağlam bastığı da şüpheli. Tarihi unutmayacak olan
Yunanistan hangi tarihi unutmayacak sorusu cevapsız. Bilindiği gibi Yunanistan
geçmişte Osmanlı Devletine tabi bir durumda iken 1820-1830’lu yıllarda
bağımsızlık mücadelesi vererek ayrı bir devlet oldu. Osmanlı’dan ilk ayrılan
topluluk ve devlet olarak Yunanistan diğer topluluklara örnek oldu. Bu yönüyle
Yunanistan’ın Osmanlı’dan ayrılma süreci kendi açılarından büyük bir olay. Daha
sonra 1890’ların sonunda Osmanlı ile yapılan savaşlarda yenildiler. Dünya
savaşı sonrası İngiltere’nin dolduruşuna gelerek işgalci güç olarak Anadolu
topraklarına sahip çıkmaya çalıştılar. Kurtuluş savaşı döneminde önemli
yenilgiler alarak geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu tarihi perspektiften
bakınca Yunanistan yöneticilerine tarihten ders alın demek anlamsız. Yunanistan
tarihi süreç içinde kendisine belirlediği hedefe ulaşmak için elinden geleni
yapıyor. Bu hedeflerinden sözle vazgeçmelerini beklemek anlamsız olduğu kadar
saçmadır. Bunun yerine dünyada gelişmiş ülkelerin sahip olduğu ve yumuşak güç
diye nitelenen ekonomik, sosyal, siyasal, teknolojik alanlar başta olmak üzere
her alanda etkin bir devlet olarak dünya sahnesine güçlü bir aktör olarak
çıkılması gerekiyor. Bu ise kısa vadede ve gelişi güzel bir yönetim anlayışı
ile yapılamayacak bir iş.
Yunanistan’a yönelik topluma gaz verme
anlayışına yönelik söylemin bir başka benzeri de bizin iki bin beş yüz yıllık
bir devlet ve ordu geçmişimiz olduğu söylemi. Yine başta cumhurbaşkanı olmak
üzere diğer siyasi figürler ülkemizin köklü devlet geleneğimizden övgüyle söz
ederek kendilerinin toplum nezdinde ne kadar güçlü bir konumda bulundukları
imajını vermeye çalışıyorlar. Bu söylemin temeli de Türklerin Ortaasya’da
kurdukları söylenen devletlere, Hunlar başta olmak üzere diğer Türk devlet
topluluklarına yönelik kayıtlara dayanıyor. Türk toplumu bu yönüyle geçmişten
bu güne dünya sahnesinde bir şekilde varlığını sürdüren topluluklardan birisi
olabilir. Bu gerçeklik bugünkü toplumun gelişmişlik düzeyine ilişkin olumlu bir
katkı yapıyor mu sorusu üzerinde durmak gerekiyor. İki bin beş yüz yıllık
devlet ve ordu geleneği konusu bir söylemden öte anlamı olan bir konu değil.
Türklerin Ortaasya’dan itibaren yaşadıkları her coğrafyada farklı gruplar,
kültürler ve topluluklarla iç içe yaşadığı bir gerçek olmakla birlikte herkes
tarafından kabul edilen getirdikleri bir gelenek, felsefe veya düşünce biçimi,
kültür öğesi var denemez. Tersine etkileşimde bulundukları her toplum ile iç
içe geçerek onlardan bir şeyler aldığı gibi onlara da bir şeyler vermişlerdir.
Bununla birlikte içinde bulunduğumuz çağda çağın getirdiği şartlar içinde
kendine özgü bir yönetim sistemi, ordu düzeni, siyasal işleyiş sistemi,
kültürel bir genetik kod var denemez. Son üç yüz yıldır kendini batıya
benzetmek için elinden gelen her şeyi yapan Türk Toplumu kendi kişiliğinden
neredeyse tamamen uzaklaşmış durumda. Ondan önce de İslam inancının gereğine
göre yine kör topal bir din anlayışına sahip idi. Bugün dünya üzerinde etkin
bir Türk toplumundan ziyade güçlü aktörlerin elinde askeri piyon olmaktan öte
gidemeyen bir Türkiye toplumundan söz ediliyor dense yanlış olmaz. Amerika,
Rusya, Avrupa ve diğer dünya güçleri arasında var olan koltuk kapma yarışması
içinde Türkiye kimin yanında yer alırsam daha avantajlı bir duruma gelirim
anlayışı ile dış politikasını ve ülke yönetimini şekillendirmeye çalışıyor.
Ülkede halen çağdaş bir devlet sistemi kurulabilmiş değil. Ekonomik sistem
başta olmak üzere hukuk sistemi, eğitim sistemi, yönetim sistemi, bürokratik
sistemi tamamen taklide dayanan bir anlayışla dizayn edilmiş durumda.
Taklitçilikten kurtularak kendi özgün sistemini kuracağını iddia eden mevcut
iktidar yirmi yıllık sürecin sonunda toplumun tümünü kapsayacak bir yönetim
sistemi kurmak yerine kendine bağlı, kendinden olanları kayırıp diğerlerini
dışlayan, kaynakları herkesin yararına kullanmak yerine kendinden gibi gördüğü
kişilere aktaran, tamamen tek adama dayanan, parti devleti haline gelmiş,
nepotizmin ayyuka çıktığı bir yönetim sistemi kurmuş durumda. Kuralların hakim
olduğu bir devlet yönetimi artık çok uzaklarda görünüyor. Kurallar yerine
başkanın adamlarının isteğine göre işleyen bir bürokratik sistem haline gelen devlet
yönetim anlayışı ile toplumun tümünün kucaklanabilmesi artık mümkün görünmüyor.
İktidar bir yıldan daha az kalmış seçimlere
kadar Yunanistan başta olmak üzere diğer dış unsurları kullanarak içerde bir
rüzgar yakalamaya çalışıyor. Toplumda tarih başta olmak üzere siyaset, kültür,
edebiyat ve hatta din konusunda devasa bir cehalet hakim. Devletin başında
bulunanlar da toplumdaki bu cehalete oynayarak acaba iktidarımızı devam
ettirebilir miyiz telaşı içindeler.
Bu çerçevede televizyonlar başta olmak üzere
diğer her ortamda dile getirilen söylemler üzerinde mutlaka birkaç dakikacık da
olsa kafa yormak, düşünmek, sorgulamak, akletmek gerekiyor. Bu insan olmanın,
dindar olmanın, çağdaş olmanın en başta gelen gereklerinden birisidir. Buna
rağmen aklını birilerinin eline teslim edenler mevcut zorluklara çok daha fazla
katlanmaya devam etmeyi göze almalıdır. Toplum olarak kim veya hangi siyasi
figür olursa olsun körü körüne birilerinin peşine takılmamak gerekiyor. Herkes
kendinden sorumlu olduğuna göre kendince elinden gelen çabayı göstermesi
gerekiyor. Ben de naçizane bir yazı çerçevesinde herkese insan olmanın gereği
olarak akıl sermayesine sahip çıkmasını tavsiye ediyorum.
|
Muhalifbakış |
|
|