29 Ocak 2021 Cuma

Keyfi Yönetimin Tarihsel Kökleri

Osmanlı’da kuruluştan gelişmeye, yükselmeye, duraklama ve gerilemeye, en sonunda da yıkılışa kadar pek çok dönemler, aşamalar yaşanmıştır. Bu nedenle Osmanlı’ya bakan herkes baktığı yere göre kendi anlayışına uygun bir niteleme yapabilir. Son dönemlerde iktidarın sunmaya çalıştığı Payitaht Abdülhamit çerçevesindeki Osmanlı’yı bile gerçek gibi görüp sahiplenen kişi sayısı hiç de az değil. Bunun en temel nedeni sorgulayıcı okuma kültürünün toplumda gelişmemiş olmasıdır. 

Osmanlı’yı ilayı kelimetulah davası güden İslam’ın bayraktarlığını yapan tek devlet olarak görme algısı halen toplumda güçlü bir alt yapıya sahip. Bu algının gücü karşısında farklı bir bakış açısını dile getirmek kolayca kabul edilebilecek bir argüman olmasa da tarihi doğru değerlendirme sürecinde buna ihtiyaç olduğu bir gerçek. 

Devletin temel dayanağı İslam şeriatı olduğu söylense de örfi hukuk ve onun temel uygulayıcısı olan padişahlık makamı her zaman şeriatın bir adım önünde olmuştur. Şeriat daha çok toplumu kontrol altında tutmanın, padişahlık yönetiminin meşruiyetini sağlayan bir aracı olarak işlev görmüştür. 

Özellikle Fatih dönemi sonrası devşirmelerin en üst makamlara getirilmesi sistematik bir şekle dönüşmesi ve yaygınlaşmasıyla birlikte Osmanlı’nın İslami devlet görüntüsü tamamen şekilden ibaret bir duruma dönüşmüştür. 

Din kurumu her zaman şeyhülislamlık makamı aracılığı ile devletin güdümünde kalmış, topluma, bireye yönelik bir dindarlık kazandırmayı hedefleyen bir eğitim işlevini, bilinçli din anlayışını kazandırmaya yönelik bir anlayışı hemen hiçbir zaman kendine hedef olarak almamıştır. 

Osmanlı’nın karizmatik, coşkulu, iyi yetişmiş padişahlık geleneğinin sona ermesiyle birlikte devletteki yozlaşma da başlamıştır. Bu dönemin başlangıç tarihine ilişkin kesin bir milat belirlemek zor da olsa Kanuni dönemiyle birlikte pek çok sorunların da tohum düzeyinde de olsa başladığı söylenebilir. Bozulma ve yozlaşmanın somutlaştığı dönemlerde pek çok devlet adamı Kanuni dönemine dönüşü bir çözüm olarak sundukları görülüyor. 

Osmanlı’nın güçlü devlet geleneğinin sarsıntıya uğramasıyla birlikte ülkenin her yanına yayılan Celali isyanları, leventlerin çıkardığı başıbozukluklar, delil taifesinin neden olduğu karmaşa, taşrada gücü eline geçiren ayan ve mütegallibeler, yol kesen, haraç toplayan, halka vergi adı altında altından kalkılmaz yükümlülükler, cerimeler yükleyenler hızla yayılmıştır. Merkezde var olan gücü kullanan nüfuz odakları tarafından desteklenen taşradaki vezir, beylerbeyi gibi bürokratlar kadar çevresine topladığı eşkıya grubuyla silahlı güç haline gelenler de kendi başlarına hareket eder hale geldiklerinde artık devlet düzeni diye bir işleyişin kalmadığı görülmüştür. 

Devletin güçlü olduğu dönemlerde var olan örfi hukuk hemen hiçbir dönemde objektif uygulanan hukuk haline gelememiştir. Güçlü olunan dönemde kurulmamış olan hukuk sisteminin karmaşa döneminde kurulması zaten beklenemezdi. 

Bu yönüyle Osmanlı tarihi boyunca devleti yönetenler hemen hiçbir dönemde gücünü kendi rızasıyla sınırlandıracak kurallar ihdas etmeyi düşünmemiştir. Girilen zorluklar karşısında kabul ediliyor gibi görünen düzenlemeler ve kurallar da ilk bulunan fırsatta yok edilmiştir. Yönetimin genel anlamda kontrol altına girmek istememesi geleneği hukuk devleti anlayışının da gelişmemesine neden olmuştur. Kurallar her zaman başta bulunan kişinin anlayışına göre hayata geçmiştir. Bu da keyfi yönetim kültürünün güçlü bir şekilde kurumlarda, toplumda, bireylerde kökleşmesine neden olmuştur. Bugünkü keyfi yönetim kültürünün kökleri tarihe dayanıyor. Bu kökler üzerinde farklı bir ürünün ortaya çıkmasını beklememek gerekiyor. 

 

                  Muhalifbakış

                                                                          izmirmuhammedali@gmail.com

 

 

12 Ocak 2021 Salı

Siyasi ve Sosyal Kaosu Kim Üretiyor?


          2021 yılı Cumhurbaşkanı ile bakanların ilk toplantısı yapıldıktan sonra Cumhurbaşkanı açıklama yaptı. Korona ile ilgili önlemler üzerinde açıklamalar beklenirken Cumhurbaşkanı iç ve dış muhalefet hareketlerine yönelik eleştiriler yaptı. İç ve dış kaynaklı muhalefetin kendilerinin önünü kesmek, başarılarını engellemek için çaba gösterdiklerini iddia etti. 

Her ülke bulunduğu coğrafya ve çevresinden kaynaklanan dış sorunlar ve toplu halde yaşamanın getirdiği iç sorunlarla birlikte yaşamak zorunda kalıyor. Ülke yönetimleri toplumun karşılaştığı sorunlara yönelik çözümler geliştirmekten sorumlu. Sorunsuz bir ülkenin ve toplumun olduğunu düşünmek mümkün olmadığına göre Türkiye de bu çerçevede başka ülkelerden ve toplumlardan ayrılmayacaktır. Geçmişten bu güne okullarda öğrencilere Türkiye’nin bulunduğu konumdan dolayı tüm dünyanın gözünün ülkemizde olduğu yönünde tek taraflı bir bilgi yüklemesi yapılagelmiştir. Eğitim sistemindeki ezberci ve tek taraflı bakış açısının oluşturduğu kalıplar insanların zihinlerinde her zaman tek yönlü düşünce alışkanlığını oluşturmuştur. 

            Dış etki ülkenin içinde bulunduğu şartları şekillendirmekle birlikte günümüzde dünyanın geldiği nokta açısından bakıldığında herhangi bir ülkeye doğrudan bir dış müdahalenin olması sıradan bir olay olmaktan çıkmıştır. Moğol istilası, haçlı seferleri veya Avrupa’da Napolyon dönemi işgalleri, Sovyet işgali benzeri silahlı müdahaleye dayalı zorla bir ülkenin ele geçirilmesi usulleri artık geride kalmış gibi görünüyor. Bugün daha dolaylı müdahale yöntemleri kullanılarak daha çok da yerli işbirlikçiler eliyle ülkelere müdahale ediliyor. Yönetimler maddi ve manevi araçlar kullanılarak yönlendiriliyor. Ülke yönetimlerinde bulunan kişilerle yapılan pazarlıklar sonrasında bazen tek taraflı, bazen iki taraflı kazan kazan anlayışı ile sonunda boyunduruk bile olsa yumuşak yöntemler kullanılıyor. Uluslararası ilişkilerde yine güç unsuru en önemli argüman. Ancak bu güç daha çok teknolojik, ekonomik veya kaynak temelli bir üstünlük/avantaj olarak ortaya çıkıyor. Yeni bir teknoloji geliştiren, geleneksel işleyişi daha etkin kullanılır hale getiren bir yöntem geliştiren, kaynaklarını daha verimli kullanarak bir değer üreten ülke, toplum veya bireyler diğerlerinden bir adım öne geçiyor. Bir adım öne geçen gücü eline geçiriyor. Ülkeler arası rekabette açık bir müdahale yerine ülkelerin kendi iç dinamiklerinden doğan sorunların dış ülkeler tarafından kaşınması, sorunların daha da büyütülmesi, başa çıkılamaz hale getirilmesi gibi gelişme sürecini geciktirecek, gelişmeye engel oluşturacak, rakibinin ayağını dolaştıracak yol ve yöntemler kullanılıyor. Bunlar da yine açık bir şekilde yapılmayıp demokrasi, insan hakları, özgürlük savunuculuğu gibi örtülü yöntemler oluyor.  

            Bugün doğrudan dış müdahaleden çok dolaylı dış müdahaleyi kolaylaştıran düzeni sağlamaktan aciz yönetimin oluşturduğu iç sorunların daha yaygın olduğu görülüyor. Kendi ülkemiz özelinde bir değerlendirme yapılacak olsa Osmanlı’nın yönetiminde ortaya çıkan zafiyetlerin sonucunda iç isyanlar, karışıklıklar toplumsal düzeni bozunca ordu, maliye, mülkiye sorun çözmekten çok sorun yaratır hale gelmiştir. İç sorunlarını çözmekten acze düşen Osmanlı dış müdahalelere açık hale gelmiş ve Duyun-u umumiye sistemi kabul edilmek zorunda kalınmıştır. Yıkılan devletin yerine yeni bir Cumhuriyet rejimi kurulmuş ancak bu defa zorla dönüştürülmek istenen toplumla devlet kavga eder hale gelmiş ve içe kapanan toplum dünyanın çok gerisinde kalmıştır. Sonunda kendini savunmaktan acze düşen devlet NATO ittifakına girerek kendisini ABD’nin insafına terk etmek zorunda kalmıştır. Toplumsal gelişimini sağlıklı bir şekilde geliştirmekten acze düşen devlet yönetimi askeri ihtilallerle kendi kendini çıkmaza sürüklemiştir. Bu gün de toplumsal barışı adaletli bir yönetim sistemi kurarak sağlama imkanı varken iktidar hırsına kapılan bir anlayış her şeye sahip olma, her yere kendi zihniyetindeki insanları yerleştirme aç gözlülüğü ile toplumsal barışın temellerine dinamit koyar duruma gelmiştir. 

Bugün Türkiye’de yaşanan sorunlar ve sıkıntılar sadece uğranılan saldırılardan kaynaklanmıyor. Yirmi yıla yakın iktidarda kalan bir siyasi parti iktidara geldiği andan itibaren devletin tüm kademelerine ehil ve layık olanları adaletli bir şekilde seçme sistemini kurmak için çaba göstermiş olsaydı en azından toplumda şuculuk, buculuk ayrımı yapılıyor eleştirisine maruz kalmazdı. Ehil ve layık olanların adaletli bir şekilde seçildiği sistemi kurmak o kadar zor olmasa gerek. Toplumda bugün üzerinde mutabık kalınan objektif seçme sistemlerinin varlığını herkes kabul eder. Herkesin girmek istediği bir kuruma yapılan bir sınavda alınan puanlara göre öncelik verilerek girildiği bir sistem uyguladığınızda toplumda herkes puan üstünlüğünün kullanımının haklı bir uygulama olduğunu kabul ediyor ve eleştirmiyor. Ancak siz sınav puanlarını devre dışı bırakan bir istisnai sistem uyguladığınızda bunu herkes eleştiriyor. Mülakat sınavlarında hep aynı sendika ve gruptan kişiler seçildiğinde bunun haksız olduğunu herkes ikrar ediyor. Ancak mülakat sınav komisyonları açık ve şeffaf olarak her zihniyetten insanlardan oluşsa ve her gruptan insan dengeli bir şekilde seçilerek atansa buna kimse itiraz etmeyecektir. Örnek olarak eğitim sisteminde mülakat komisyonlarına sadece bir tek sendikanın üyesi değil de tüm sendikaların üyelerinden oluşan bir komisyon olsa, bu komisyonun sınavına girenlerden farklı sendika üyelerinden dengeli sayıda kişi kazansa ve atansa böyle bir mülakat sınavına kimse itiraz etmez. 

Cumhurbaşkanı siyasi ve sosyal kaosların suni olarak çıkarıldığından yakınıyor. Oysa ülkemizde kurulmuş olan yönetim sistemi siyasi ve sosyal kaosların ortaya çıkmasında önemli bir payı bulunmaktadır. Siyasi iktidarın ilk dönemlerinde iktidar aynı kıbleye secde edenlerin işbirliğini sağlama adına objektif seçme sistemleri kurup işletmek yerine kendinden gibi görünenleri kayırarak sisteme dahil etmeyi tercih ederek hastalıklı bir sistem kurdu. Bu hastalıklı sistem sonunda FETÖ gibi kanserli bir yapıyı doğurdu. Dolayısıyla siyasi ve sosyal kaosların ortaya çıkmasında kurulan sistemin, sistemi yönetenlerin sorumluluğu azımsanmayacak kadar çoktur. Huzursuzluğun kaynağı sadece hükümetin dışında yer alan gruplar değil. Hükümet etme anlayışındaki bencil yönetim huzursuzluğu adeta sürekli körüklüyor.   

Ülkede var olan vesayetin etkisi kırıldı ancak kırılan vesayetin yerine yeni bir vesayet aldı. Milli iradenin güçlendiği iddiası çok inandırıcı değil. Yeni yönetim sistemi ile birlikte güçlü bir yönetim oluşturulacak denirken güçlenen tek adam yönetimi olmuş gibi görünüyor. Oluşan yeni vesayet parti vesayeti, partiyi tek eline almış tek adam vesayeti. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile birlikte güçlü bir tek adam yönetimi oluştu. Cumhurbaşkanı sahip olduğu aşırı yetkiler sayesinde bugün yürütmenin her alanını tek başına belirliyor. Yasamayı oluşturan siyasi partilerin en büyüğünü elinde bulunduruyor. Yasamanın çalışma sistemine doğrudan etki ediyor. Yargıya yapılan atamalarda en güçlü kişi olarak da yine tek başına yargıyı büyük oranda şekillendiriyor. 

%50+1 sisteminin getirilmesi koalisyonları bitirip yönetimde istikrarı getirecek denirken perde arkası koalisyonlar dönemi başladı. Bu durum bir yönüyle Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin hiç beklenmeyen bir yönü olarak ortaya çıktı. Bu durumdan büyük ihtimalle cumhurbaşkanı da rahatsız ancak şu an için kısa vadede yapılacak bir şey yok gibi görünüyor. MHP küçük bir grup olarak iktidar partisini yönlendirme gücüne sahip bir konumda. Bu durum MHP’yi de zamanla güçsüzleştirip bitirecek gibi görünüyor. 

15 Temmuz 2016 sonrası iktidar, oluşturulan şeffaf yapı sayesinde sosyolojik bir gerçeklik olan cemaat yapılarının FETÖ’nün yerine geçmelerini engelledikleri iddia ediliyor. FETÖ ile mücadeleyi biz bitirmeliyiz, gelecek nesillere bırakamayız söylemi cumhurbaşkanı tarafından konulmuş bir hedef gibi görünüyor. Devletin bugün daha dikkatli davrandığı iddia ediliyor ancak bugün liderin taraftarıymış gibi görünenlerin bulunduğu makamlarda lider adına kullandıkları bir iradenin varlığı söz konusu. Kuralların hakim olduğu bir hukuki işleyişten çok liderin gözüne bakarak tereddütle işleyen bir yönetim sisteminin varlığı söz konusu. Kuralların gereğini yapmak yerine liderin adamlarının söylediklerini yapmak gibi bir gelenek oluştu. Siyasi sorumlu parti olduğuna göre, halka hesap verecek olan parti olduğuna göre parti ne derse o yapılır gibi bir gelenek, sistem kurulmuş durumda. Sistemsizliğin hakim olduğu bir sistemden etkin bir yönetim uygulaması beklenemez. Günü kurtarma, top çevirme, durumu idare etme anlayışı yönetim kültürü haline gelmiş durumda. Lidere yakın olmak kurallardan bağışık olmayı da getiriyor. Bu durum kurallara dayalı etkin bir denetim sisteminin işlemesini engelliyor. Denetimin olmadığı bir yönetimden ise sorunlara çözüm beklemek yersiz, boş bir beklenti. Böyle bir yönetim kültürünün olduğu toplumda suni de olsa iç ve dış düşman yaratmak her durumda zaman kazandırıcı bir yöntem. Ancak kazanıldığı sanılan zaman toplumun sorunlarının çözümüne katkı sağlamak yerine sorunların daha da kangrenleşmesine, çözülemez hale gelmesine neden oluyor. Birileri zaman kazandığını zannederken toplumun geleceğini geri dönülmez bir uçuruma doğru sürüklemeye devam ediyor. 

 

                  Muhalifbakış

                                                                          izmirmuhammedali@gmail.com

 

 

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...