11 Şubat 2018 Pazar

Eğitimin İçler Acısı Hali….


Son birkaç gündür Tekirdağ Çorlu’da bir okuldaki sınıf içinde öğretmen ve öğrenciler arasında yaşanan görüntüleri izlemişsinizdir. Görüntülere bakınca öğretmenin çaresizliğini, öğrencilerin vurdumduymazlığını ve eğitim sisteminin içine düştüğü zavallı durumu görüp de üzülmemek elde değil. Eğitimle ilgili veya ilgisiz izleyen herkesin içi bu görüntüler karşısında acımıştır mutlaka.

Bu görüntüleri izleyip de öğretmeni suçlayanların sayısı hiç de az değil. Bir yönüyle bakıldığında öğretmenin suçlanmasında haklılık payı elbette var. Zira kendisine yapılan bu davranışlar karşısında okul idaresini ve diğer imkanları işe dahil etmemesi öğretmen açısından olumsuz bir yön olarak not edilmelidir. Bu tür davranışları kabul eder hale gelmiş bir öğretmenin sınıfta kalması kendisi ve öğrenciler açısından yarardan çok zarar getirmektedir. Ama bu olayda tamamen öğretmeni suçlayarak işin içinden çıkabilmek de doğru değil. Bu görüntüleri izleyen etkili ve yetkili kişilerin bir kez daha ellerini başlarının arasına alıp düşünmeleri ve eğitimin içine girdiği çıkmaza yakından bakmaları ve çözüm yollarını bulup hayata geçirmeleri gerekiyor.

Konu ile ilgili başta müsteşar Yusuf Tekin olmak üzere birçok eğitim sistemi yetkilisi açıklamalarda bulundu. Yusuf Tekin öğretmeni milyonluk camianın içinde tek tük kişi kategorisinde istisnai bir durum olarak görürken aileleri de göreve çağırdı. Diğer yetkililer konu ile ilgili soruşturma açıldığını söylediler. Bazı eğitimciler öğretmenlerin üzerine çok gelindiğini, öğretmenlerin ellerinden yetkilerinin alındığını, toplum nezdinde öğretmenlerin değerlerinin düşürüldüğünü dile getirdiler. Söylenenlerin tümü kendi açılarından haklı olabilir. Eğitim sistemi elbette sadece okul, öğretmen veya sınıftaki çalışmalarla sınırlı bir alanda işlemiyor. Eğitimin ilgili olduğu ekonomik, sosyal, kültürel, bireysel, eğitsel, yönetsel, siyasal birçok alan söz konusudur. Bu kadar kapsamlı bir alanda sadece bireylerin çabası ile sonucun alınabileceğini beklemek doğru olmaz. Toplumsal bir olayın birçok boyutları ve tarafları vardır. Çözüm de tüm ilgili tarafların ortak çabası ile ortaya çıkacaktır.

Eğitim sisteminde var olan bu çok boyutluluğa rağmen başat aktör eğitim sisteminin yöneticisi durumundaki kamu kuruluşları, yetkili yönetim makamlarıdır. Milli Eğitim Bakanlığı bu yönüyle kamu otoritesini temsil eden yegane güç konumundadır. Dolayısıyla bu tür sorunlarda birinci derecede sorumlu da yine bu bakanlıktır. Eğitim sisteminin içinde yer alan öğrenciler, öğretmenler, okul yöneticileri ve diğer aktörler tümüyle bakanlığın güç ve yetkisinde hareket etmektedir. Bakanlığın bu yönüyle sahip olduğu güç ve yetkiyi doğru bir şekilde kullanması yaşanan sorunların da en aza inmesini sağlayacaktır.

Bu yaşanan olayda bakanlığın nasıl bir yetki ve sorumluluğu vardır diye düşünülebilir. Okullar ve okullarda görev yapan personel bakanlığın belirlediği çerçevede işlerini yürütmek zorundadır. Memurluk sıfatı bir yönüyle şekle bağlı bir sıfattır. Memurların her hareket ve kararları yasal mevzuat tarafından yönlendirilir. Öğretmenin sınıfta nasıl davranacağı, okuldaki okul yöneticisinin okulu yönetirken nelere dikkat edeceği, sınıfta öğrencinin davranışı, kılık kıyafeti dahi şekil şartlarına tabidir. Buna rağmen okuldaki bir sınıfta bu davranışlar nasıl olabiliyor denilirse bunun cevabı olarak sistemin yozlaşmasının bir sonucu denebilir. Şekil şartları bu kadar sıkı bir hiyerarşide ortaya çıkan bu tür davranışlar hiyerarşinin gerektiği gibi çalışmadığının bir göstergesidir.

Okulların öğrenci profili sınav sistemine dayalı olarak tümüyle düşük başarı yüzdesine sahip öğrencilerden oluşturulmasına rağmen herkese aynı derinlikte ve içerikte müfredatı verme zorunluluğunu dayattığınızda doğal olarak öğretmen ve öğrenciler her şeyi kağıt üzerinde yapılıyormuş gibi göstermeye başlar. Bunun sonucunda sistemde herkes birbirini aldatır duruma gelir. Herkesin birbirini aldatır duruma geldiği ortamlarda ise orman kanunları yani bedensel güç unsurları devreye girer. Hukukun hakim olmadığı yerde orman kanunları hakim olur. Güç ve yetki yönüyle en zayıf kişiler olan öğretmenler de doğal olarak sınıflarda görüntülerdeki öğretmenin durumuna düşer.

Sistemi dizayn ederken sorunlara karşı uygun çözüm yollarının da geliştirilmesi gerekmektedir. Eğitime dair bir beklentisi olmayan bir öğrenci grubunu zorla sınıfta tutmaya başladığınızda sınıf içinde disiplin sorunları yaşanması da doğaldır. Bu nedenle öğrencilerin tümüne tek tip müfredat uygulama zorunluluğu yerine istek ve ihtiyaçlara göre farklı tip müfredat uygulamalarına izin veren sistemlerin geliştirilmesi gerekir. Örgün eğitimin içinde kalmak istemeyen öğrencilerin bir an önce sistem dışına ya da ilgi duyduğu meslek alanlarına veya yapabileceği diğer iş alanlarına yönlendirilmesi, yöneltilmesi gerekir. Açıköğretim sistemine geçiş süreci tüm sınıflarda kolaylaştırılmalıdır.

Öğretmenin karşı karşıya kaldığı sorunlu öğrenci davranışları karşısında tek başına bırakılmaması gerekir. Öğretmen, okul idaresi, güvenlik birimleri ve sosyal çevre bu konuda öğretmenle birlikte hareket etmeli, sorunlu öğrenci davranışları karşısında aileye yönelik yaptırımlar sisteme dahil edilmelidir.

Okul idareleri okulun işleyiş sürecinde öğretmen ve öğrenci davranışlarına karşı yakından ilgi göstermelidir. Bu ise etkin bir okul yönetimi ile mümkündür. Etkin bir okul yönetimi ise yetkin yöneticiler yanında yakından kontrol sistemleri aracılığı ile oluşturulabilir. Etkin bir denetim sistemi okulların işleyiş süreçlerini yakından takip etmelidir. Okulların yönetim yönünden işleyişi sadece eğitim sisteminin denetim kanalları aracılığı ile takip edilemez. Okulun paydaşları olan grupların da dahil olduğu yönetim ve kontrol sistemleri geliştirilerek okullar daha etkin yönetilir hale gelebilir. Aile birlikleri, öğretmenler, sendikalar okulların işleyişinde etkin yönetim oluşturmada söz sahibi olacak şekilde sistemler kurulabilir. Kurumların başına gerçek anlamda yetkin yöneticiler geldiğinde okullar daha iyi yönetilir hale gelecektir. İyi yönetilen okullarda ise öğretmen ve öğrenci davranışları çok daha az sorunlu olacaktır.

Günümüzde eğitim sistemimiz içinde okullar yetkin yöneticilere emanet edilememektedir. Eğitim Bir Sen sendikası eğitim sisteminde tek söz sahibi konumdadır. Özellikle FETÖ yapılanması ile hükümet arasında başlayan 2012 dönemi sonrası savaşta FETÖ yapılanmasına karşı hükümet sendikayı yanına çekmiştir. Sendika da yine FETÖ yapılanmasını kendisine düşman olarak gördüğü için bu birlikteliğe gönüllü olmuştur. Bu gün eğitim sisteminin her aşamasındaki yöneticiler Eğitim Bir Sen tarafından belirlenir hale gelmiştir. Sendika kendine bağlı yönetim kademelerinde yer alan kişilerin bürokrasi içinde daha güçlü hale gelmeleri veya kendisinin gücünü daha fazla artırma isteğiyle de hareket ederek eğitim sistemi içinde denetim sistemini tamamen devre dışı bırakmıştır. Siyasi iktidar da denetim kavramından hoşlanmadığı için bu konuda sendika ile birlikte hareket etmektedir.

Okullarda yönetici ve öğretmenlerin mevzuat çerçevesinde belirlenmiş davranış şekillerine ne derece uyduklarına dair bir denetim söz konusu değildir. Bu durum yöneticileri başıboş bırakmıştır. Başıboş kalan yöneticiler okulların yönetiminden çok bürokratik geleceklerini garantiye almanın yollarını arar duruma gelmiştir. Bu durum okul ve sınıfların da başıboş kalmasına yol açmıştır. Dolayısıyla başıboş kalmış bir sistemde öğrenciler de görüntülerdeki davranışları yapar hale gelmiştir. Sistem öğrencileri yanlış bir şekilde kategorize etmektedir. Sistemde öğrencinin gidebileceği kanallar kapalıdır. Öğretmenler sistemde kendi başlarına bırakılmıştır. Öğrencinin yöneltilebileceği alanlar yok denecek düzeydedir. Yöneticiler yapılması gerekenlere karşı duyarsız davranmaktadır. Okulların işleyişini yöneltecek merkezi bir koordinatör yoktur. Her okul kendi başına buyruk şekilde bırakılmıştır. Öğretmenler tek tip müfredatı uygular gibi görünmek zorunda bırakılmıştır. Her şey kağıt üzerinde görüntü olarak yapılmaktadır. Bu başıboşluklara rağmen yaşananları az bile görmek gerekir.

                             Muhalifbakış
                                                       izmirmuhammedali@gmail.com


4 Şubat 2018 Pazar

Saltanat Kayığının Yolcuları Değişir….

Toplum içinde dilenen insanlar sosyal bir sorun. Sosyal sorunlara çözüm bulma görevi kamu-resmi kurumlara ait. Bu konuda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı en başta gelen sorumlu. Buna rağmen bu konularda bir çalışma yapıldığını görmek zor. Çoğu zaman dilenen kişiler belediye zabıtası tarafından toplanıp merkeze götürülür ve kabahatler kanunu gereği para cezası kesilir, varsa üzerindeki paralara el konulur ve serbest bırakılır. Bu durumda adı geçen bakanlığa ne ihtiyaç var, bakanlıktaki yetkililer ne ile uğraşıyor soruları insanın aklına geliyor.
Bakanlıklar olarak görülen kamu kurumları bürokratik yapılardır. Bürokrasinin toplumun sorunlarını çözmek için çalışması gerekiyor. Bürokrasinin bu şekilde çalışmasını sağlamak sıradan bir vatandaşın temin edebilmesi mümkün değildir.
Bürokrasiyi işletecek bağlı olduğu iradedir. Bu ise en üst düzeydeki yöneticilerin elindedir. En üst düzeydeki yöneticiler ise siyasi irade tarafından atanıyor. Gerçek sorumlu bu yönüyle siyasi iradedir denilse yanlış olmaz. Siyasi irade bürokrasiyi vatandaşın, toplumun sorunlarını çözecek şekilde işletmesi gerekiyor. Bürokrasinin içinde bulunduğu durumu anlamak için kamu kurumlarında neler yapıldığına yakından bakmak gerekiyor. Valilikler, kaymakamlıklar ve onlara bağlı diğer kamu kuruluşları veya merkez ve taşra teşkilat birimlerine yakından bakılması işleyişi de tanımaya yardımcı olacaktır.
Herhangi bir valilik binasının önüne gittiğinizde lüks siyah plakalı araçları, araçların başında bekleyen şoförleri, bina etrafında dolaşan güvenlik görevlilerini görürsünüz. Sıradan bir vatandaşın elini kolunu sallayarak binalara girebilmesi pek kolay değildir. Girişte mutlaka bir hesaba çekilirsiniz. Bu şekliyle valilikler saltanat sürülen yerler gibi bir görüntü vermektedir. Vatandaşa hizmet denilerek oluşturulan birimler vatandaşın büyük çoğunluğunun sahip olabilmesi mümkün olmayan makam araçları, şatafat ve gösteriş ile doludur. Odalar, binaların tefrişi ve diğer düzenlemeler de bunun arkasından gelir. Adı vatandaşa hizmet olan faaliyetlerin çoğu ise yazı, çizi, imza, belge hazırlamak gibi kırtasiye işlerinden ileri gitmez. Alınan lüks arabalar güya devletin gücünü, mehabetini göstersin diye açıklanır. Vatandaşa hizmet adına bu kadarcık bir safahat çok görülmemeli diye düşünülür ancak bu konuda ülkemizde ipin ucu iyice kaçmıştır. Zira devletin gücü, mehabeti devletin kendi vatandaşlarına değil yabancılara karşı gösterilecek bir niteliktir. Bu nedenle yabancı devlet adamları ile girilen diyaloğlarda kullanılabilecek argümanların devlet dairelerinin her kademesine kadar indirgenmesi, yaygınlaştırılması çok sağlıklı bir durum değildir.
Hemen tüm kamu kuruluşları kuruluş amaçlarından başka neredeyse saltanat sürme yerlerine dönüşmüş durumdadır. Kuruluşların çalışanları arasında amacından sapmış bir hiyerarşik yapı vardır. Memur-amir arasında aşılması kolay olmayan kapılar vardır. Amir memuru ile muhatap olmaz. Memur da doğal olarak vatandaşla arasına aşılması zor kapılar, mesafeler koyar. Vatandaşla muhatap olmak istemez. Herkes kendi çapında bir saltanat sürmeye çalışır. Bu arada vakit kalırsa veya çok zorunlu hallerde gelen vatandaşın işini de lütfen bakılır.
Odalardan, binalardan ve kurumlardan, masa başından kalkıp da toplumun sorunlarını araştırma, iş çıkarma olarak görüldüğü için ayağına gelmeyen soruna gidilmez. Gelenler de kağıt üzerinde bir şekilde kapatılır. Sorunla ilgili çözüm bulmak yerine cevap verilmekle yetinilir. Cevap vermek bürokratik süreci tamamlamak, dosyayı kapatmak anlamına gelir. Cevap verildiyse dosya kapanmıştır ve iş tamamlanmıştır. İşlemlerin tümü bir dosyaya konulup arşive kaldırılabilir. Sorunun varlığı veya devam etmesi çok da önemsenmez. Sorunla ilgili inatçı takipçiler varsa onlar da zaman içinde kağıt, yazışma, mevzuat karmaşası içinde boğulur giderler. Bu işleyişe ses çıkaran birileri ne yazık ki yoktur. Bürokrasinin bu içler acısı işleyişine çare bulması gereken makamlar da(siyasiler) çok farklı durumda değildir. Bu tür kişilerin işleri düşerse ayrıcalıklı konumları ile hemen halledilir. Bürokrasi özellikle siyasilerle ters düşmeyi göze alamayacakları için onlardan gelen talepleri emir telakki eder. Siyasiler de kurulmuş düzen kendilerine hizmet ettiği için düzeni değiştirmek istemezler. Bu durumun farkında olan toplumdaki bireyler bu nedenle işleri düştüğünde çoğu zaman bir siyasinin kapısını çalarlar. Siyasiler de vatandaşın işini çözüyor görünerek vatandaşa güçlerini gösterir ve ilerde bir gün işini gördüğü vatandaştan oy isteme hakkı olarak bunu kullanır. Vatandaş da işini yaptırdığı için siyasiye minnet hisleri besler.
Bu nedenle özellikle çoğu zaman devlet dairelerinde işi olan insanlar bir tanıdık, bir aracı arama yoluna giderler. Gerçek anlamda topluma, vatandaşa hizmet eden bir işleyişte kural, kaide, usul ve esas ne ise o yapılması gerekir. Fakat böylesi bir işleyiş toplumda gücü elinde bulunduranların işine yaramadığı için kurallar kağıt üstünde kalır. Kurallara uymamak bir sorumluluk getirmez. Bu başıboşluk sistemi daha düzensiz bir hale getirir.
Olan memlekete olur. Bu süreçte basın, yayın, aydınlar da kurulu düzeni değiştirmeyi veya değiştirmek için mücadeleyi gerekli görmez. Çünkü herkes kurulmuş bu düzenden bir şekilde nemalanmaktadırlar.
İslami hassasiyetleri olan bir iktidar döneminde de değişen fazla bir şeyin olmaması ülkenin geleceği açısından büyük bir kayıp.

                           Muhalifbakış

                                                       izmirmuhammedali@gmail.com

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...