Yönetim anlayışı geçmişten bu güne gelen kültürü, geleneği, toplum hayatını, siyaseti, eğitimi ve daha sayamadığımız tüm alanlarda etkilidir. Cumhuriyet öncesi ülkede var olan tek adam yönetim anlayışı Cumhuriyet sonrası da çok değişmedi. İslami duyarlılığı olan toplum kesimleri devletin dışlayıcı, dönüştürücü yönetim anlayışı karşısında demokrasiyi hedefleyen söylemlerle özellikle doksanlardan sonra büyük kitlelerin dikkatini çekmeye başladı. Askeri ve bürokratik vesayeti insafsızca kullanmaktan çekinmeyen güç odakları toplumun gözünde mazlum durumuna düşürdükleri Recep Tayyip ERDOĞAN’ı siyasal bir figür olarak siyaset hayatında zorla liderliğe ittiler. Güç zehirlenmesi ile her şeyi yapabileceklerini zanneden güç odakları kendi kuyularını kazdılar. 2002 sonrası iktidara gelen AK PARTİ/AKP toplumun desteğini alarak güç odakları ile mücadeleye girdi. Bu mücadelede varlık yokluk savaşı vermek zorunda kalan AKPARTİ/AKP iktidarı başta FETÖ olmak üzere kendi gibi görünen gruplarla işbirliği yaparak ayakta kalmayı başardı. Özellikle 2010 sonrası bu savaşı kazanan iktidar geçmişte kendisine karşı güç zehirlenmesine uğramış güç odaklarının tutulduğu hastalıktan kurtulamadı. İşbirliğine girdiği FETÖ’nün yavaş yavaş ayağının altındaki toprağı kaydırdığını fark edince onunla büyük bir mücadeleye girdi. Bu mücadele sürecinde kendine bağlı güç odaklarını oluşturmaya girişti. Bu süreçte devleti ve devletin sahip olduğu kaynakları kullandı. Devlet ve devletin kaynakları genel olarak toplumun tüm kesimleri için kullanılması gerekirken iktidar kendi mücadelesini destekleyen veya destekler görünen herkese bu kaynakları adeta peşkeş çekti. Geldiğimiz noktada tükenme düzeyine gelen kaynaklar ülkeyi de çıkmaza soktu. Her ne kadar ekonomik temelli sorunlarla boğuşuluyor gibi görünse de aslında daha temelde yönetim anlayışından kaynaklanan sorunların pek çok alanda ortaya çıktığı gibi ekonomik alanda çok daha görünür ve etkili bir güce sahip olarak ortaya çıktı. Ekonomik sorunların temelinde yönetim sorunları bulunuyor. Hukuki sorunların temelinde de yine yönetim sorunları bulunuyor.
Yönetim anlayışı ekonomik alanlar dışındaki tüm alanları da etkiliyor ve sorunlara yol açıyor denilince örnek olarak siyasal alan, bürokratik alan, eğitim alanı, sosyal alan gibi bir çok alanda bunun yansımaları görülecektir.
Ülkemizde yönetim anlayışındaki sorun sadece kişilerin anlayışından kaynaklanmıyor. Bir başka deyişle mevcut cumhurbaşkanı giderse yerine gelecek yeni cumhurbaşkanı ile anlayış tümüyle değişecektir demek çok zor. Mevcut yönetim anlayışı yüzyıllar boyunca çağın gelişmelerine ayak uydurmaksızın varlığını sürdürüyor. Bu anlayışın temelinde başta bulunan her şeyi yapabilir anlayışı var. Başta bulunan kuralları koyarken, kararları verirken, uygulamaları hayata geçirirken kimseye danışmak zorunda değildir. Yönetme hakkını eline almışsa her şeye hakkı vardır anlayışı toplumun tüm kesimlerinin zihninde kökleşmiş gibi görünüyor. Danışma, fikir alış verişinde bulunma, karar verirken tartışma, sorgulama gibi davranışların yönetim kültürümüzde yeri yoktur. Danışma için oluşturulan kurullar, meclisler, meşveret meclisleri göstermeliktir. Bu meclislerde yer alan kişiler sorumluluk üzerinde kalır korkusuyla baştaki kişinin iradesini onaylamak dışında bir şey yapmaz. Yapılan uygulamalara yönelik soru sorma, eleştiride bulunma, sorgulama herkes tarafından tefrika, ikilik, ordu bozanlık olarak görülür. Kurullar, meclisler daha oluşturulurken istenen kararı verecek kişilerden olacak şekilde belirlenir. Görüntüde bağımsız gibi görünen kurullar, komisyonlar, meclisler perde arkasından yönlendirilir. Vaadlerle veya tehditlerle yön verilmeye çalışılır. İşi iyi yapacak bağımsız kişiler, birimler kurulmaktan her zaman kaçınılır. Tersine robot gibi talimatla hareket edecek kişilere öncelik verilir.
Yönetim anlayışındaki bu kültür geçmişten bugüne devam edip gidiyor. Osmanlı’da bu anlayış güçlü liderlerin olduğu dönemlerde fazla göze batmaz iken zamanla güçsüz liderlerin de sayesinde devletin yıkılışına neden olmuştur. Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal ATATÜRK dönemi tek adam yönetim anlayışı ile yine varlığını güçlü bir şekilde devam ettirdi. Sonraki dönemlerde gelenler 2002 yılındaki seçimlere kadar rüzgarın önündeki yaprak misali savrularak geldiler. 2002 sonrası Recep Tayyip ERDOĞAN yeni bir tek adam dönemini başlattı. Geçmişte iktidardan uzak kalan dindarlar söylem düzeyinde haktan, adaletten, ehliyetten söz ederken aslında Osmanlı’ya da yabancı olduklarının farkına varamadılar. Zira Osmanlı döneminde de hak, adalet ve ehliyet gibi kavramlar yaşatılamadığı için devlet yıkılmaktan kurtulamamıştı. Bugün de mevcut iktidar sahip olduğu televizyon kanalları aracılığıyla yeni bir Osmanlıcılık yaratmaya çalışıyor ancak yaratılmaya çalışılan Osmanlı’nın yönetim zaafları aynen iktidar tarafından tekrar ediliyor.
Yönetim anlayışında kişileri değil, toplumun tüm kesimlerini dikkate alarak hareket edilmesi gerekiyor. Partiyi güçlendirecek uygulamalar yerine topluma hizmet edecek devleti güçlendirecek uygulamaların hayata geçirilmesi gerekiyor. Bunun için de güçlü, adil, ehliyeti önceleyen bir devletin oluşturulmasının yollarının bulunması gerekiyor. Bugün devleti yönetenler kendilerine yakın olan kişileri bir şekilde istedikleri yerlere yerleştirmenin yollarını bularak ehliyet ve liyakati katletme pahasına kadrolaşmaktan vazgeçmiyorlar. Mülakat sınavları, istisnai kadrolar, geçici veya vekil görevlendirme gibi oyunlarla koyulmuş kuralların etrafından dolaşmayı marifet olarak görüyorlar. Bunu yaparken de yerlilik ve millilik gibi söylemlerin arkasına sığınmaktan çekinmiyorlar. Sorumlu olanlar sorumluluklarının gereğini yerine getiriyor mu getirmiyor mu diye kontrol eden etkin bir denetim sistemi ısrarla kurulmaktan kaçınılıyor. Ödül ve ceza sistemleri işlevsiz bırakılıyor. Tüm bu uygulamalar devam ederken hukuk ve ekonomide yapılacağı iddia edilen reformların yararının olacağını düşünmek için dünya gerçeklerine gözlerin kapatılması gerekiyor. Ülkeyi yönetenler de bunu yapmaktan çekinmiyorlar.
Bu pervasızlığın pek çok nedeni olmakla birlikte toplumun büyük kesimlerini ikna edebilecek bir iktidar alternatifinin olmaması. Muhalif partiler içinde özellikle CHP geçmişten getirdiği siyasal, sosyal, kültürel bağajlar nedeniyle toplumdan destek bulmakta zorluk çekiyor. Diğer partiler ise güçlü bir liderlikten yoksun, topluma inandırıcı bir proje ve gelecek de sunamayınca çoğunluk istikrar adına mevcut iktidara mahkum olduklarını hissediyor. Mevcut iktidar ise sorunlara çözüm bulmak yerine eline geçirdiği iktidarın nimetlerinden sonuna kadar yararlanmayı tercih ediyor. Ancak bu tercihin ülkeyi getirdiği noktanın çıkmaz olduğu ortada. Çıkmaz sokağın sonundaki duvara çarpınca toplum yine bir çıkış yolu bulmaya çalışacak fakat bunun zamanını kestirmek şu an için zor görünüyor.
Muhalifbakış