16 Ağustos 2020 Pazar

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Dindarlık İdeolojisi


İçinden geçtiğimiz süreçte yaşadığımız toplumda farklı dünya görüşlerine sahip insanlar ve bu insanların oluşturduğu gruplar arasında sürekli bir çatışma, tartışma, sorgulama ve mücadele yaşanıyor. Hemen her akşam televizyon programlarında yönetim, toplum, siyaset sorunları üzerinde farklı görüşlerden alan uzmanları tartışmalar yapıyorlar. Bu gün iktidarı elinde bulunduran siyasal yapı Cumhuriyet tarihi boyunca en uzun süre iktidarda kalma başarısını göstermekle bazıları tarafından övülürken diğer bazıları tarafından eleştiriliyor. İktidar üzerinden yapılan tartışmalarda odak din devlet tartışmalarına yoğunlaşıyor. İktidarın dindarlık rengini daha fazla vurgulayan bir dünya görüşüne sahip olması nedeniyle Cumhuriyet dönemi din devlet ilişkileri üzerinden dindarlıkla cumhuriyet arasında bir değerlendirme yapılıyor. Dindarlığın cumhuriyet ile sorunları olduğuna dair değerlendirmeler yapılırken geçmişten bugüne uzanan sorunlara dair görüş ve öneriler dile getiriliyor. Dindarlığın gerçekten Cumhuriyet dönemi ile sorunu olup olmadığı üzerinde durmak gerekiyor.
Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş ile birlikte topluma bir dönüşüm projesi dayatıldı. Projenin odağında toplumun değerlerinin değiştirilmesi, dönüştürülmesi hedefi vardı. Aslında Osmanlı döneminde de devlet, yönetim ve toplumsal hayata yönelik sorunların varlığı kabul edilen bir olguydu. Osmanlı yenileşme tarihi bu kabulün önemli delilleri ile dolu. Osmanlı döneminde de yaşanan sorunlara dair karınca kararınca çözümler aranıyordu. Aranan çözümler karşılaşılan sorunlara göre sınırlı bir alandan başlayarak gittikçe pek çok alanı kapsayacak şekilde genişledi. Her uygulama sonrası çözüm getirmeyen yöntemler bırakılıp bir başkası seçildi. Cumhuriyet dönemine kadar gelen yenileşme çabalarına bakıldığında plansız, programsız, gelişigüzel, kurumsallıktan uzak ve kişilerle sınırlılık gibi niteliklerinden dolayı baştan itibaren sorunların kaynağının doğru olarak teşhis edilemediği anlaşılmaktadır. Osmanlı’da da devlet ile toplum gerektiği gibi bütünleşebilmiş değildi. Osmanlı dönemi devlet anlayışında devlet padişahın malı olarak görülürdü. Toplumun tümüne yönelik bir bakış, proje veya endişe yoktu. Toplumu oluşturan bireylerin vergi gelirinde bir sayı veya savaşta bir asker olmaktan öte fazla bir anlamı yoktu. Reaya devletin sahibi olan padişahın hizmetini gören kul taifesi olarak görülüyordu. Padişahlar sadrazamlara kendilerinin vekili olarak devlet işlerini yürütmeleri için mührü teslim ederken göreyim seni mülkümü nasıl idare edeceksin derken onlara hayatlarının da ellerinde olduğunu söylüyorlardı. Bu sistemde can ve mal emniyeti diye bir şey yoktu. Nitekim Tanzimat Fermanı ile birlikte müsaderenin yasaklanması, can ve mal emniyetine yönelik taahhütler en üst düzeyde yazıya geçiriliyordu.
Osmanlı’da yenileşme hareketinin temel saiki, kendilerini devletin sahibi olarak görenlerin sahip oldukları saltanat imkanlarını kaybetme endişesine düşmelerinin sonucu olarak kötü gidişi durdurma düşüncesi idi denilse yanlış bir değerlendirme olmayacaktır.
Zenginlik ve imkanın toplumun tüm kesimlerine eşit ve dengeli dağıtılması, adil ve zenginlik dağıtan bir devlet endişesi yönetimdekilerde hemen hiçbir zaman olmadı. Devleti ebed müddet kavramı veya ilayı kelimetullah kavramları genel olarak hakim olma, hükmetme, herkese boyun eğdirme çerçevelerinden daha ileri düzeylere taşınamadı.
Sıradan vatandaş Osmanlı döneminde de daha iyiye ulaştırılacak, refaha eriştirilecek bir unsur olarak görülmüyordu.
Din, Osmanlı’da herkes tarafından doğru öğrenilmesi, anlaşılması, yaşanması gereken bir değer olmadı. Osmanlı dönemi din eğitimi veren medrese sistemi devletin ihtiyaç duyduğu bürokratları yetiştirmeden daha fazla bir şey yapmıyordu. Halka inen bir din eğitim anlayışı yoktu. Devleti elinde tutan iktidar sahipleri iktidarı kaybetmeme adına her tür dini anlayış ve yorumu kendi tekelinde tutarken farklı yorum ve anlayışları fitne diye niteleyerek yaşamasına, büyümesine izin vermemiştir. Medrese aracılığıyla elinde tuttuğu dini yorum anlayışını yetiştirdiği bürokratları aracılığıyla topluma yaymıştır. Kitle eğitimi zaten sanayi inkılabının getirdiği bir olgudur denilerek Osmanlı dönemi din eğitimi çabalarının sınırlı bir çerçeve içinde kalması haklı bir durum gibi görülebilir. Ancak İslam dininin doğru din anlayışına sahip olmasının zorunluluğu ayetlerin indiği dönemden itibaren var olan bir olgu idi. Ayetlerde aklını kullanma, akletme, adaletle hükmetme, iyiliği emretme, kötülüklere karşı mücadele, anlaşılan, uzlaşılan konuların yazıya geçirilmesi, şahitliklere özen gösterilmesi, müşavere gibi temel ilkeler aslında ilk andan itibaren Müslümanlarda eğitim faaliyetlerinin kitlesel değil her bir bireye özgü özel bir eğitim çabasını gerektirdiğini gösteriyor.  Buna rağmen İslam tarihine bakıldığında bu alanın Müslümanlar, Müslüman yönetici ve alimleri tarafından hemen her dönem görmezden gelindiğini gösteriyor.
Dini devletin kontrolünde bir araç olarak kullanmaktan fazla bir çaba harcamadılar. İlayı Kelimetullah davası asker taifesini ve halkı yönlendirme aracı olarak görüldü ve kullanıldı.
Cumhuriyet döneminde yapılanların Osmanlı döneminden farkı dinin araç olarak kullanılması geleneğinden vazgeçilmesi olarak görülebilir. Zira cumhuriyet dönemine kadar hakim devlet yönetim anlayışında din, görüntüde de olsa genel çerçeveyi belirleyen temel argüman olarak kullanılırken Cumhuriyet sonrası din kavramı bireyin kendi iç dünyasında kalması gereken değere dönüştü. Yüzyıllar boyu devletin yönlendirmesi ile yürütülen sisteme dayanan dinin birden bire bireylerin vicdanlarında Allah ile kul arasında bir değer olarak ayakta durabilmesi oldukça zordu. Cumhuriyet ile birlikte bireylerin vicdanında bir değer olarak tanımlanmaya başlanan dine yönelik devlet tarafından hiçbir destek verilmezken geri planda kalması için pek çok çaba gösterildi denebilir. Bu durum zaman zaman dinin toplumsal alandan silinmesine yönelik çabalar şekline de dönüştü.
Cumhuriyete önderlik eden lider kadro içinde Mustafa Kemal ATATÜRK’ün pozitivist ve rasyonalist bakış açısı, yüzyıllardır devletin yönetiminde görüntüde birincil gibi görünmekle birlikte her zaman saltanatın gölgesinde kalan ve saltanat tarafından meşruiyet kaynağı olarak kullanılmış olan dini tamamen saf dışı bırakmıştır.
Aslında Mustafa Kemal ATATÜRK de mücadelenin başında, özellikle dizginleri ele geçirinceye kadar dini dayanak noktası, hareketin meşruiyet aracı olarak kullandı. Saltanatı dahi uzun süre kurtarılacak bir kurum olarak topluma sundu.
İslam, tarih boyunca yöneten iktidarlar tarafından hep büyük kitleleri harekete geçirme, kendine bağlama, meşruiyet aracı olarak kullanılageldi.
İslam hayata yön veren temel bir değer niteliğinde din olarak gerektiği gibi anlaşılıp yaşanamadı. Dinin özünü doğru anlama ve temel ilkelerinin hayata geçirilmesine yönelik çabalar yerine dış görünüşe yönelik sınırlı bir çerçeve ile uğraşıldı.
Din konusunda toplumlara yön verme, yol gösterme imkanı bu alanda bilgi sahibi olanların elinde oldu. Ki bunlara alim deniyor. Din alimi sıfatına sahip olanların küçük bir kısmı iktidarlarla uzlaşmaksızın sadece dinin doğru anlaşılması ve yaşanması konusunda çaba gösterebildi. Büyük çoğunluk iktidarlarla eklemlenerek kendilerinden istenen meşruiyet destekçiliğini kabul edip dini sınırlı bir çerçeveden dışarı çıkmaksızın iktidara hizmet eden bir araca dönüştürdüler.
Tarih boyunca din denilince toplumun anlayışında İslam’ın şartları, imanın şartları, 32 farz, 54 farz gibi şekle dayalı standart, rutin uygulamalar, ritüellerden söz edilmekten ileri gidilmedi. Kur’an okumayı öğrenme denilerek araç harflerinin hızlı ve akıcı okunması standart din anlayışı hedef haline getirildi. Kur’an okumayı öğrenme temeli üzerine hafızlık kurumu inşa edildi. Uzun ve yorucu çabalar sonunda anlaşılmaksızın ezberlenen ve makamlı okunan bir kitap haline dönüşen dinin temel kaynak kitabı olan Kur’an ve içindeki hayata yönelik ilkeler adeta toplumdan uzaklaştırıldı.
Kutsal kitap Kur’an-ı Kerim’in Arapçasını okuyup ezberleme çabasıyla uzun yıllar boyu harcaman emekler her nesil tarafından aynı şekilde tekrar edilmeye devam ediyor.
İslam tarihi boyunca din adına topluma yönelik kaynaklara bakıldığında okur-yazar olanlarla sınırlı olmak üzere Ahmediye, Muhammediye, Mızraklı İlmihal, Kara Davud gibi kitapların elden ele dolaştığı, tarikat grupları tarafından yazılmış eserlere ait şerhlerin eğitim kurumlarında veya dini literatürde kullanıldığı, sıradan vatandaş için ise daha çok cami imamları tarafından sürekli aynı şekilde anlatılan menkıbelerin sözlü olarak dilden dile dolaşması şeklinde uygulamaların yaygın olduğu görülmektedir.
Dinin içeriğindeki temel ilkelere göre işleyen bir hayat ve bu hayatın içinde var olan ekonomi, siyaset, yönetim, birey, kültür ve toplum yaratılamadı.
Cumhuriyet de yüzyılların getirdiği bu geleneği değiştirmeyi düşünmedi. Tersine bir yönüyle işlevsiz, yozlaşmış hale gelen geleneği toptan yok saymayı veya en azından hiçbir geçmiş tecrübeye sahip olmayan bireyin vicdanına terk ederek, görmezden gelerek kendi kendine yok olmasını beklemeyi tercih etti.
Bu tercihin sonucu olarak yüzyıllardır yaşanan devlet ve yönetim sorunlarının üzerine ilave olarak din ve toplumla çatışan bir devlet sorununu ilave etti.
Cumhuriyetle birlikte yüzyıllardır özü ihmal edilip kabuğu da eksik veya yanlış kullanıldığı veya uygulandığı için işlevsizleşen, yozlaşan dini geleneği zararlı ve yanlış anlayışlardan temizleyerek sağlam temeller üzerinde yeniden inşa çabası harcansaydı ve bununla birlikte geçmişten beri süregelen toplum, devlet ve yönetim sorunlarına odaklanılabilseydi devlet-toplum bütünleşmesi oluşturulabilirdi.
Cumhuriyetin yaptığı yanlış tercih uzun soluklu bir devlet-toplum çatışmasına neden oldu.
Bugünkü iktidar bu yanlış tercihin ortaya çıkardığı mücadelede yok sayılmaya çalışılan geleneksel din anlayışının şimdilik kazanan tarafını temsil ediyor. 
AK PARTİ(AKP) iktidarı Cumhuriyet tarihinin başındaki yanlış tercihin ortaya çıkardığı devlet-toplum çatışmasında yeniden dindarlığın galibiyetinin bir göstergesi gibi görünmekle birlikte kazanmış gibi görünen dindarlık yüzyıllardır getirdiği yozlaşmış anlayıştan hiçbir şeyi bırakmamış gibi görünüyor. Zira hala işlevsiz ve yozlaşmış geleneksel din anlayışı ve uygulamaları dokunulmamış durumda olduğu gibi duruyor. Bu fosilleşmiş uygulamalar mevcut iktidar tarafından yeniden canlandırılmaya, yaygınlaştırılmaya, topluma sunulmaya çalışılıyor. Bu süreçte yaşananlara bakılınca Cumhuriyetle birlikte başlamış olan dine karşı yok sayma anlayışına karşı dindar anlayışın ayakta kaldığının görülmesi dışında yeni bir şeyin olmadığı görülüyor. Cumhuriyet tarihi süresince yaşanan yok sayma, yok etme çabasına rağmen ayakta kalmayı başaran din anlayışı yine eski geleneksel kültürün devamı niteliğinde. Geçmişi sorgulama, doğru din anlayışına, uygulamasına ulaşmaya yönelik bir sorgulayıcı bakış açısı geliştirmeye yönelme gibi bir durum olmadı.
Cumhuriyet projesinde söz sahibi olanlar geçmişin yanlış devlet ve yönetim uygulamalarını ortadan kaldırıp çağdaş ve güçlü bir devlet ve yönetim sistemi kurmak, ekonomik alt yapı sorunlarına çözüm üretmeye yönelik çaba harcamak yerine, liderin arkasına gizlenip kendi bürokratik oligarşilerini kurduktan sonra ülke kaynaklarını kişisel menfaatlerine hizmet edecek şekilde kullanarak semirmeyi tercih ettiler. Bunu yaparken liderin istediği gibi görünebilmek için onun idealize ettiği şablona girmeye çalıştılar. Cumhuriyet ideolojisini, Osmanlı kul sistemini yok edip kişinin kendi öz benliğini özgürce ortaya çıkaran sistem diye pazarlamaya çalışanlara rağmen ne yazık ki Cumhuriyet de kendi kul sistemini kurmaktan öteye gidemedi. Cumhuriyet dönüşüm projesinde yer alanlar toplumun sorunlarına gerçekçi çözümler bulmak yerine görüntüde liderle aynı boyayla boyandılar. Bu yolla iktidarın nimetlerinden daha fazla yararlanmayı garanti altına almayı düşündüler.
Bugünkü iktidarın oluşturduğu yönetim iklimi de Cumhuriyet döneminde oluşturulan lider odaklı anlayıştan çok farklı değil. Hatta yıllarca anti Kemalizm propagandası olarak dile getirilerek eleştiri amaçlı kullanılan tek parti dönemi uygulamalarının çoğu bugün bu iktidar tarafından kullanılıyor. Kullanmak yanında geçmişte eleştiri konusu hususlar Atatürk tarafından da aynı şekilde yapılmıştı denilerek yaptıklarına meşruiyet kazandırmaya çalışılıyor. Bu yolla adeta gerçek Atatürkçülüğü biz temsil ediyoruz mesajı veriyorlar.
Dindarlığın Cumhuriyet ile doğrudan bir sorun yaşadığı söylenemez. Cumhuriyet dini bir sorun kaynağı olarak görerek dışlamayı tercih etmekle dindarlığı bir sorun olarak algıladı. Bu yanlış algıya karşı dindarlık varoluş savaşı vermek zorunda kalırken kendini sorgulama gibi bir yola giremedi. Dindarlığı kendine adeta bayrak yapan iktidar da bu konuda bir şey yapmayı düşünmek yerine zafer sarhoşluğu içinde iktidarın tadını sonuna kadar çıkarmaya çalışıyor. Menfaatlerine ulaşmayı düşünenler de tıpkı Cumhuriyetin ilk yıllarında lider çevresinde var olmanın yolu olarak dönemin liderine yaranmanın yolunu dönemin ideolojisini maske niyetiyle kullandıkları gibi bugün de liderin etrafında dindarlığı bir maske ideoloji olarak kullanmayı tercih ediyorlar.

                             Muhalifbakış
                                                                                     izmirmuhammedali@gmail.com



Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...