Ak Parti 29. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı Açılış konuşmasında
Cumhurbaşkanı ülkedeki işleyişe dair açıklamalar yaptı. Bu kapsamda uzun
konuşma metnine cumhurbaşkanlığı web sayfasından ulaşılabilir.
Cumhurbaşkanlığının en son yönetim sistemi değişikliği sonrasında siyasi parti
başkanlığı ile bütünleşmesi ülkenin yönetim yapısının şekline dair bir
gösterge. Cumhurbaşkanlığı geçmişte siyasi bir makam değilken bugün siyasi
parti ile bütünleşmiş bir konuma gelmiş durumda. Geçmişte CHP tek parti
yönetiminin hakim olduğu dönemlerde bu uygulama aynen vardı. İslami hassasiyeti
olup da tek parti dönemi uygulamalarını eleştirenlerin en çok kullandığı
argümanlardan birisi de bu idi. Şevket Süreyya AYDEMİR’in Tek Adam kitabından
hareketle Mustafa Kemal Atatürk dönemi için tek adam, İsmet İNÖNÜ dönemi için
de ikinci adam dönemi nitelemesi yapılırdı. Bu dönemde devletin yönetim sistemi
tek adam dönemi ile aynı işleyiş yapısına dönüşmüş durumda. Geçmişte tek adam
dönemini valiler CHP’nin il başkanlığını yapıyordu diyerek eleştiren dindar
anlayışa sahip olanlar bugün bu eleştirilerini unutup tersine sahiplenir duruma
geldi. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK de bu sistemi kullanıyordu
diyerek adeta en büyük Atatürkçü olduklarını ima ediyorlar.
İşte cumhurbaşkanı istişare toplantısı açış konuşmasında yönetim sistemi uygulamalarında
yaşanan sorunlardan söz ederken eleştiri konusu yaptığı davranış olarak alt
birimlerin üstlendiği sorumluluğu yerine getirmeyip her şeyi bir üste,
özellikle de şahsına havale etme kolaycılığına gittiğini, beyefendi böyle
talimat verdi, böyle istedi dendiğini, kendisinin bundan haberi olmadığını,
bunun istismarının yapıldığını, bunun fırsatçılık olduğunu, bu tür fırsatçılığa
imkan vermeyeceklerini söylüyor. Bu açıklama yönetim yapımızın işleyişine dair
en üst birimdeki kişinin ağzından çıkıyor olması yönüyle oldukça önemli.
Cumhurbaşkanı alt birimlerdekilerin iş yapmak yerine her şeyi bir üste
aktardığını, birilerinin kendi adını kullanarak iş çevirdiğini, kendi adının
kullanılarak istediklerine ulaşma gayretinde olduklarını söyleyerek bundan
yakınıyor. Hatırlayanlar vardır. Geçmişte Selçuk Parsadan diye birisi vardı. Bu
kişi farklı kişi ve kurumları askeri birimler, yetkililer veya siyasi
kişilikler adına arayıp para toplaması ile tanınmıştı. 1995’li yıllarda hadsiz
insanı, kurumu bu şekilde arayarak dolandırmıştı. O dönemlerde güç özellikle
askeri birim ve makamlardı. Bu ülkede kendisini polis olarak tanıtıp kimlik
soran kişiye dahi kimlik soramayan insanların sayısı hiç de az değil. Benzer
şekilde Selçuk Parsadan bu yöntemi kullanmıştı. Bu gün de aynı şekilde
cumhurbaşkanının adı kullanılıyor. Kimin haddine ki sen polis misin, sen
gerçekten askeri birimlerden birisi adına mı arıyorsun, gerçekten cumhurbaşkanı
böyle bir şey istedi mi diye sorgulasın. Sorgulayan insanların başına neler
geldiğini gören insanlarımız öylesine pusmuş durumda ki hala sorgulayıcılık alışkanlığı
kazanılabilmiş değil. Cumhurbaşkanının konuşmalarını okuyunca 1995’den bu yana
ülkede fazla bir şeyin değişmediğini görüyoruz. Oysa cumhurbaşkanı aynı
konuşmasında geçmişte yaşanan sorunların kendi iktidarları zamanında
çözüldüğünü, gelişmenin her geçen gün arttığını söylüyor. Aynı konuşma içinde
gelişme ve iyileşmeden söz ederken yönetim sorunları olarak dile getirilen
üzücü durumları geçmişi düşünerek okuyunca bu insanda çelişki oluşturuyor.
Ülkede kişilerin adını dahi kullanarak emellerinize ulaşabiliyorsanız o
ülkede kural, kaide ve hukukun üstünlüğünden söz etmek oldukça zor. Cumhurbaşkanı
da bu çerçevede kendi adının kullanılarak fırsatçılık yapıldığından şikayet
ediyor. Cumhurbaşkanı 17 yıldır ülkenin siyasi kaderinde önemli bir figür. 2010
yılından itibaren de tek güç odağı durumunda. Yani tek güç odağı olma dönemi on
yıla yakın bir zamanı kapsıyor. 2010 yılına kadar bir şekilde iktidar olarak
istediğini yapamadığını söylemesinin bir mazereti olabilir. 2010 sonrası artık
böyle bir mazeret sunma durumu bulunmamaktadır. FETÖ’cülere karşı kazanılan
mücadele de aslında bu gücün bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Cumhurbaşkanının kendi adını kullanılarak emellerine ulaşma çabasında
olanlardan rahatsızlığını dile getirirken sözde kalmaması gerekiyor. Alt
birimler üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmek yerine her şeyi üst
birimlere, özellikle de cumhurbaşkanına havale etmesi nitelemesi de aslında
yönetim sisteminde yaşanan sorunların bir başka göstergesi. Kurumsallığın gelişmemesinin
bir göstergesidir. Her kurum kanun ve kurallar çerçevesinde üzerine düşen görev
ve sorumluluğun gereğini yerine getirmekten kaçınıyorsa bu durum en üstten en
alta devlet mekanizmasının, yönetim mekanizmasının etkin bir şekilde
işlemediğinin göstergesidir. Her kurum kanun, kural ve hukukun yani mevzuatın
kendisine yüklediği görev ve sorumlulukları yerine getirmek yerine yukarının
kendisine verdiği/vereceği talimatları bekliyor. Yönetim sistemindeki bu
işleyişin kendi içinde bir mantığı, gerekçesi var. Yönetim yetkisine sahip
birimlerin bu şekilde davranmasının en önemli nedeni aslında geçmişten bu güne
ülkemizde oluşmuş olan yönetim kültürünün ortaya çıkardığı yönetim yapısıdır.
Ülkemizdeki yönetim yapısı hukukun üstünlüğü anlayışından ziyade üstünlerin
hukuku anlayışına göre oluşmuş durumda. Görüntüde yasama, yürütme ve yargı gibi
güçler ayrılığı ilkesi var. Yasalar yapılıp yayınlanıyor. Yargı üzerine düşen
işlevleri yerine getiriyor. Yürütme de aynı şekilde işlevlerini yerine
getiriyor. Fakat her dönemde perde arkasındaki güç odakları gerçek anlamda gücü
ellerinde bulundurarak siyasilere, bürokrasiye, resmi ve özel kurumsal yapılara
etki etmekten uzak durmamışlardır. Bugün de güç odağı konumunda cumhurbaşkanı
bulunmaktadır. Her dönemde olduğu gibi gerçek güç odakları mevzuata, hukuka ve
kurallara rağmen işleyişi kendi istediği şekle sokabilmeyi başarmıştır. Bu
durumda bugün de değişiklik olmamıştır. Yasamanın üyesi konumundaki kişiler
milletvekilleri. Milletvekili olabilmek için partinin genel merkezinden onay
almanız gerekiyor. Parti disiplini adına ortaya konulan ilkeler denilerek
partilerin liderleri partinin en yetkili kişisi durumunda. Milletvekili
olabilmek için parti liderinin gözüne girmeniz gerekiyor. Bugünkü meclis
yapısına ve işleyişine bakınca parti liderlerine bağımlı kalmaksızın, parti
liderlerine rağmen bir çalışmanın, teklifin, faaliyetin içine girebilmek
imkansızdır. Bu anlamda yasama gerçek anlamda ayrı bir güç olmaktan çıkmış
durumdadır. Yasama hükümeti kuran kişinin gözüne bakarak hareket etmek
zorundadır. Bu kişi ise bu gün için cumhurbaşkanıdır. Yürütmenin başı
konumundaki cumhurbaşkanı bakanları istediği kişilerden seçmektedir. Yürütme de
bu anlamda cumhurbaşkanının tekelindedir. Yargı bağımsızlığı ile ilgili önemli
sorunlar bulunmaktadır. Yargının etkin kurumlarının işleyişini yönetecek
yetkililer cumhurbaşkanına rağmen seçilebilmesi mümkün değildir. Yargının üyesi
konumundaki hakim ve savcıların bağımsızlığından söz edebilmek için ülkedeki
hukuk sisteminin işleyişinden haberdar olmamak gerekiyor. Hakim ve savcıların
adalet bakanlığının etkisinden uzak olduğunu söyleyebilmek çok mümkün
görünmüyor. Hakim ve Savcılar kurulu, yargının üst makamlarına atamalar
neredeyse tamamen cumhurbaşkanının elindedir. Üniversitelerin yönetim makamları
yine cumhurbaşkanı tarafından belirleniyor. Bu kısa bakış dahi ülke yönetim
yapısının şekline dair tekçi yaklaşıma örnek olarak gösterilebilir.
Etkin bir yönetim yapısının kurulabilmesi kanun ve mevzuatın gereğine göre
hareket eden yönetim birimlerini gerektirir. Bunun sağlanabilmesi için en başta
en üst noktada bulunan güç odağının yetki, imkan ve gücünden fedakarlık yapmayı
gerektiriyor. En üst birimdeki güç odağı alta doğru her alana hukuka ve
mevzuata rağmen müdahale etmekten vazgeçmesi, kurallar çerçevesinde kurumsal
bir işleyişin oluşmasına fırsat vermesi gerekir. Alt birimlerin görevlerini
gerektiği gibi yapıp yapmadığını takip edecek etkin bir denetim sistemi
kurulursa sorumluluktan kaçan birileri hayatta kalma fırsatı bulamayacaktır.
Etkin denetim sistemi görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyenlere hukukun
gereğine göre hesap sorabildiği anda insanlar bulundukları makamlarda
görevlerinin gereğini yerine getirmekten kaçınamayacaktır. Oysa bu gün
ülkemizdeki işleyişe bakıldığında denetim adına hemen hiçbir faaliyet yoktur
dense yeridir. Denetimin felce uğratıldığı bir yönetim sisteminde etkin
işleyişten söz edebilmek hayaldir. Etkin yönetim, ehliyet ve liyakatin
öncelendiği seçme sistemleri aracılığı ile seçilen yöneticiler eliyle hayata
geçirilebilir. Oysa yönetim sistemimizdeki yönetici seçme sistemi ehliyet ve
liyakatten çok taraftarlığa, siyasi elitlere yaranabilmeye, tanıdık desteğine
dayanıyor. Eğitim, bilgi, beceri, yetenek, tecrübeden ziyade ahbap çavuş
ilişkilerine dayalı bir yönetici seçme sistemi işliyor. Bu yapıdan gerçekten
yakınılıyorsa öncelikle yönetim yapısına el atılması, kendi içinde kurallara
dayalı işleyen bir yönetim mekanizması kurulması, bu mekanizmanın etkin bir
denetimle güçlendirilmesi ve bu sistemin kendi içinde işlemesine fırsat
verilmesi gerekiyor. Müdahale ancak kamunun, toplumun yüksek yararı olduğu
durumlarda ve herkese açık, şeffaf ve katılıma dayalı mekanizmalar kullanılarak
yapılmalı. Bu gün ekonomi alanında denetimsizlik had safhada. Eğitim alanında
denetim sıfıra yakın. Her alanda konulan kurallar adeta oyuncakla oynanırcasına
keyfi olarak değiştiriliyor. Rasyonel düşünce mevcut yapıyı akla, bilime ve
mantığa göre bir yapılanma ve işleyiş gerektirirken bunları yapmadan sadece
yakınmak, üzüntüleri dile getirmek ne yazık ki çözüm üretmemektedir.
Muhalifbakış