9 Ekim 2019 Çarşamba

Ülke Yönetimi Sorunları İçin Samimiyet!


Ak Parti 29. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı Açılış konuşmasında Cumhurbaşkanı ülkedeki işleyişe dair açıklamalar yaptı. Bu kapsamda uzun konuşma metnine cumhurbaşkanlığı web sayfasından ulaşılabilir. Cumhurbaşkanlığının en son yönetim sistemi değişikliği sonrasında siyasi parti başkanlığı ile bütünleşmesi ülkenin yönetim yapısının şekline dair bir gösterge. Cumhurbaşkanlığı geçmişte siyasi bir makam değilken bugün siyasi parti ile bütünleşmiş bir konuma gelmiş durumda. Geçmişte CHP tek parti yönetiminin hakim olduğu dönemlerde bu uygulama aynen vardı. İslami hassasiyeti olup da tek parti dönemi uygulamalarını eleştirenlerin en çok kullandığı argümanlardan birisi de bu idi. Şevket Süreyya AYDEMİR’in Tek Adam kitabından hareketle Mustafa Kemal Atatürk dönemi için tek adam, İsmet İNÖNÜ dönemi için de ikinci adam dönemi nitelemesi yapılırdı. Bu dönemde devletin yönetim sistemi tek adam dönemi ile aynı işleyiş yapısına dönüşmüş durumda. Geçmişte tek adam dönemini valiler CHP’nin il başkanlığını yapıyordu diyerek eleştiren dindar anlayışa sahip olanlar bugün bu eleştirilerini unutup tersine sahiplenir duruma geldi. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK de bu sistemi kullanıyordu diyerek adeta en büyük Atatürkçü olduklarını ima ediyorlar.
İşte cumhurbaşkanı istişare toplantısı açış konuşmasında yönetim sistemi uygulamalarında yaşanan sorunlardan söz ederken eleştiri konusu yaptığı davranış olarak alt birimlerin üstlendiği sorumluluğu yerine getirmeyip her şeyi bir üste, özellikle de şahsına havale etme kolaycılığına gittiğini, beyefendi böyle talimat verdi, böyle istedi dendiğini, kendisinin bundan haberi olmadığını, bunun istismarının yapıldığını, bunun fırsatçılık olduğunu, bu tür fırsatçılığa imkan vermeyeceklerini söylüyor. Bu açıklama yönetim yapımızın işleyişine dair en üst birimdeki kişinin ağzından çıkıyor olması yönüyle oldukça önemli. Cumhurbaşkanı alt birimlerdekilerin iş yapmak yerine her şeyi bir üste aktardığını, birilerinin kendi adını kullanarak iş çevirdiğini, kendi adının kullanılarak istediklerine ulaşma gayretinde olduklarını söyleyerek bundan yakınıyor. Hatırlayanlar vardır. Geçmişte Selçuk Parsadan diye birisi vardı. Bu kişi farklı kişi ve kurumları askeri birimler, yetkililer veya siyasi kişilikler adına arayıp para toplaması ile tanınmıştı. 1995’li yıllarda hadsiz insanı, kurumu bu şekilde arayarak dolandırmıştı. O dönemlerde güç özellikle askeri birim ve makamlardı. Bu ülkede kendisini polis olarak tanıtıp kimlik soran kişiye dahi kimlik soramayan insanların sayısı hiç de az değil. Benzer şekilde Selçuk Parsadan bu yöntemi kullanmıştı. Bu gün de aynı şekilde cumhurbaşkanının adı kullanılıyor. Kimin haddine ki sen polis misin, sen gerçekten askeri birimlerden birisi adına mı arıyorsun, gerçekten cumhurbaşkanı böyle bir şey istedi mi diye sorgulasın. Sorgulayan insanların başına neler geldiğini gören insanlarımız öylesine pusmuş durumda ki hala sorgulayıcılık alışkanlığı kazanılabilmiş değil. Cumhurbaşkanının konuşmalarını okuyunca 1995’den bu yana ülkede fazla bir şeyin değişmediğini görüyoruz. Oysa cumhurbaşkanı aynı konuşmasında geçmişte yaşanan sorunların kendi iktidarları zamanında çözüldüğünü, gelişmenin her geçen gün arttığını söylüyor. Aynı konuşma içinde gelişme ve iyileşmeden söz ederken yönetim sorunları olarak dile getirilen üzücü durumları geçmişi düşünerek okuyunca bu insanda çelişki oluşturuyor.  
Ülkede kişilerin adını dahi kullanarak emellerinize ulaşabiliyorsanız o ülkede kural, kaide ve hukukun üstünlüğünden söz etmek oldukça zor. Cumhurbaşkanı da bu çerçevede kendi adının kullanılarak fırsatçılık yapıldığından şikayet ediyor. Cumhurbaşkanı 17 yıldır ülkenin siyasi kaderinde önemli bir figür. 2010 yılından itibaren de tek güç odağı durumunda. Yani tek güç odağı olma dönemi on yıla yakın bir zamanı kapsıyor. 2010 yılına kadar bir şekilde iktidar olarak istediğini yapamadığını söylemesinin bir mazereti olabilir. 2010 sonrası artık böyle bir mazeret sunma durumu bulunmamaktadır. FETÖ’cülere karşı kazanılan mücadele de aslında bu gücün bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Cumhurbaşkanının kendi adını kullanılarak emellerine ulaşma çabasında olanlardan rahatsızlığını dile getirirken sözde kalmaması gerekiyor. Alt birimler üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmek yerine her şeyi üst birimlere, özellikle de cumhurbaşkanına havale etmesi nitelemesi de aslında yönetim sisteminde yaşanan sorunların bir başka göstergesi. Kurumsallığın gelişmemesinin bir göstergesidir. Her kurum kanun ve kurallar çerçevesinde üzerine düşen görev ve sorumluluğun gereğini yerine getirmekten kaçınıyorsa bu durum en üstten en alta devlet mekanizmasının, yönetim mekanizmasının etkin bir şekilde işlemediğinin göstergesidir. Her kurum kanun, kural ve hukukun yani mevzuatın kendisine yüklediği görev ve sorumlulukları yerine getirmek yerine yukarının kendisine verdiği/vereceği talimatları bekliyor. Yönetim sistemindeki bu işleyişin kendi içinde bir mantığı, gerekçesi var. Yönetim yetkisine sahip birimlerin bu şekilde davranmasının en önemli nedeni aslında geçmişten bu güne ülkemizde oluşmuş olan yönetim kültürünün ortaya çıkardığı yönetim yapısıdır. Ülkemizdeki yönetim yapısı hukukun üstünlüğü anlayışından ziyade üstünlerin hukuku anlayışına göre oluşmuş durumda. Görüntüde yasama, yürütme ve yargı gibi güçler ayrılığı ilkesi var. Yasalar yapılıp yayınlanıyor. Yargı üzerine düşen işlevleri yerine getiriyor. Yürütme de aynı şekilde işlevlerini yerine getiriyor. Fakat her dönemde perde arkasındaki güç odakları gerçek anlamda gücü ellerinde bulundurarak siyasilere, bürokrasiye, resmi ve özel kurumsal yapılara etki etmekten uzak durmamışlardır. Bugün de güç odağı konumunda cumhurbaşkanı bulunmaktadır. Her dönemde olduğu gibi gerçek güç odakları mevzuata, hukuka ve kurallara rağmen işleyişi kendi istediği şekle sokabilmeyi başarmıştır. Bu durumda bugün de değişiklik olmamıştır. Yasamanın üyesi konumundaki kişiler milletvekilleri. Milletvekili olabilmek için partinin genel merkezinden onay almanız gerekiyor. Parti disiplini adına ortaya konulan ilkeler denilerek partilerin liderleri partinin en yetkili kişisi durumunda. Milletvekili olabilmek için parti liderinin gözüne girmeniz gerekiyor. Bugünkü meclis yapısına ve işleyişine bakınca parti liderlerine bağımlı kalmaksızın, parti liderlerine rağmen bir çalışmanın, teklifin, faaliyetin içine girebilmek imkansızdır. Bu anlamda yasama gerçek anlamda ayrı bir güç olmaktan çıkmış durumdadır. Yasama hükümeti kuran kişinin gözüne bakarak hareket etmek zorundadır. Bu kişi ise bu gün için cumhurbaşkanıdır. Yürütmenin başı konumundaki cumhurbaşkanı bakanları istediği kişilerden seçmektedir. Yürütme de bu anlamda cumhurbaşkanının tekelindedir. Yargı bağımsızlığı ile ilgili önemli sorunlar bulunmaktadır. Yargının etkin kurumlarının işleyişini yönetecek yetkililer cumhurbaşkanına rağmen seçilebilmesi mümkün değildir. Yargının üyesi konumundaki hakim ve savcıların bağımsızlığından söz edebilmek için ülkedeki hukuk sisteminin işleyişinden haberdar olmamak gerekiyor. Hakim ve savcıların adalet bakanlığının etkisinden uzak olduğunu söyleyebilmek çok mümkün görünmüyor. Hakim ve Savcılar kurulu, yargının üst makamlarına atamalar neredeyse tamamen cumhurbaşkanının elindedir. Üniversitelerin yönetim makamları yine cumhurbaşkanı tarafından belirleniyor. Bu kısa bakış dahi ülke yönetim yapısının şekline dair tekçi yaklaşıma örnek olarak gösterilebilir.
Etkin bir yönetim yapısının kurulabilmesi kanun ve mevzuatın gereğine göre hareket eden yönetim birimlerini gerektirir. Bunun sağlanabilmesi için en başta en üst noktada bulunan güç odağının yetki, imkan ve gücünden fedakarlık yapmayı gerektiriyor. En üst birimdeki güç odağı alta doğru her alana hukuka ve mevzuata rağmen müdahale etmekten vazgeçmesi, kurallar çerçevesinde kurumsal bir işleyişin oluşmasına fırsat vermesi gerekir. Alt birimlerin görevlerini gerektiği gibi yapıp yapmadığını takip edecek etkin bir denetim sistemi kurulursa sorumluluktan kaçan birileri hayatta kalma fırsatı bulamayacaktır. Etkin denetim sistemi görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyenlere hukukun gereğine göre hesap sorabildiği anda insanlar bulundukları makamlarda görevlerinin gereğini yerine getirmekten kaçınamayacaktır. Oysa bu gün ülkemizdeki işleyişe bakıldığında denetim adına hemen hiçbir faaliyet yoktur dense yeridir. Denetimin felce uğratıldığı bir yönetim sisteminde etkin işleyişten söz edebilmek hayaldir. Etkin yönetim, ehliyet ve liyakatin öncelendiği seçme sistemleri aracılığı ile seçilen yöneticiler eliyle hayata geçirilebilir. Oysa yönetim sistemimizdeki yönetici seçme sistemi ehliyet ve liyakatten çok taraftarlığa, siyasi elitlere yaranabilmeye, tanıdık desteğine dayanıyor. Eğitim, bilgi, beceri, yetenek, tecrübeden ziyade ahbap çavuş ilişkilerine dayalı bir yönetici seçme sistemi işliyor. Bu yapıdan gerçekten yakınılıyorsa öncelikle yönetim yapısına el atılması, kendi içinde kurallara dayalı işleyen bir yönetim mekanizması kurulması, bu mekanizmanın etkin bir denetimle güçlendirilmesi ve bu sistemin kendi içinde işlemesine fırsat verilmesi gerekiyor. Müdahale ancak kamunun, toplumun yüksek yararı olduğu durumlarda ve herkese açık, şeffaf ve katılıma dayalı mekanizmalar kullanılarak yapılmalı. Bu gün ekonomi alanında denetimsizlik had safhada. Eğitim alanında denetim sıfıra yakın. Her alanda konulan kurallar adeta oyuncakla oynanırcasına keyfi olarak değiştiriliyor. Rasyonel düşünce mevcut yapıyı akla, bilime ve mantığa göre bir yapılanma ve işleyiş gerektirirken bunları yapmadan sadece yakınmak, üzüntüleri dile getirmek ne yazık ki çözüm üretmemektedir.

               


                             Muhalifbakış
                                                                               izmirmuhammedali@gmail.com



Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...